Nuran YILDIZ

Sabah Gazetesi - Arşiv

Tek kişilik partiyle devam

AKP'nin 2. Olağan Kongresi'ne falına bakılacak kahve fincanı muamelesi yapıldı günlerdir. Erdoğan'ın Çankaya'ya ilişkin kararının ipuçları bu kongrede aranıyor. Kongrenin kendisi bir siyasal iletişim ortamı ve dili olsa da boşuna bir arama. Erdoğan'ın her duruma uyan, kendi güdümünde bir siyasi yapı oluşturacağı kesin. Yeni parti yönetimini Abdullah Gül'le oluşturması bir işaret mi? Kendisinin yasaklı olduğu dönemde Gül'ün uyumlu yaklaşımını örnek göstermesini düşünün. Gül'ün 'razı'lığı işareti anlamsız kılmaz mı? Şüphesiz AKP, Erdoğan'ın amaçlarını gerçekleştirmek için dizayn edilmiş bir yapı. Rotası Erdoğan'ca belirlenen bir gemi. Erdoğan inerse yolculuk da çok uzun sürmeyecek gibi.
Bunu bilen parti yönetimi bu kongrede "Türkiye'nin Partisi, Türkiye'nin Lideri" sloganıyla yeni bir açılıma işaret ediyor: Cumhurbaşkanının belirlenmesi sürecinde daha sempatik ve tabana kısılıp kalmaktan kurtaracak daha kapsayıcı bir parti açılımı.
Başlarda en büyük fazileti kendini bilmek olan Erdoğan'ın son zamanlarda bu faziletten uzaklaşması 'narsisus kompleksi'ne (kendine aşık olma durumu) bağlanabilir. İlk kongreye 'mücadele adamı' olarak gelen Erdoğan, ikincisine 'kendisiyle konuşmaktan sıkılmış adam' olarak geldi. O sıkıntının üretimsizliği konuşmalarına, iş yapış biçimine, hatta sağlığına yansıdı.
"Muhalefet yoksa onu da biz yaparız" dercesine kendi önüne kendi sözleriyle çıktı. Böylece, sözcüklerin süngüsünün minarelerin süngüsünden daha delici olduğunu öğrendi.
Erdoğan'ın iyi siyasetçi olduğu konusunda düşünce birliği yoktur ama planlı olduğu sürece iyi konuşmacı olduğu yönünde bir düşünce birliği oluşmalı. Belki de aldığı imam hatip eğitiminin etkisiyle retorik (ikna edici konuşma diyelim), siyasi sermayesinin en önemli kısmını oluşturur. Kongre Erdoğan'ın partiyle bağını perçinlemek için konuşma ortamı olarak önemli. Kongre konuşmasında "Bu salonda Türkiye var" sözü de, Atatürk'e yaptığı göndermeler de yeni açılıma uygun olarak seçilmiş. Yine de önceki kongredeki "Bir rüyam var" konsepti çerçevesindeki konuşmasına göre heyecanı daha düşük, içeriği daha zayıf bir konuşma.
Erdoğan kongre konuşmalarında tabanının hassas olduğu konulara değinmez. Zaten bugün için büyük partilerin tabanından söz etmek de doğru değildir. Özellikle de her seçimde taban, bir öncekinden daha kaygan bir zemine dönüşüyorsa.
Hikaye yine bildik: Erdoğan'ın omuzlarında yükselen bir parti ve o partinin omuzlarında yükselen bir Erdoğan.
AKP kongresi ilkinde seçim başarısının, ikincisinde cumhurbaşkanlığı 'ideali'nin gölgesinde gerçekleşiyor. Bu durum da zaten tek kişilik bir partinin sorun yaşamasının önüne geçiyor. Ancak görünen o ki parti de bu durumdan sıkılmaya başlıyor.
Cumhurbaşkanlığı için bu kongrede ipucu aramakta ısrarlı olanlara önerim ise kongre konseptini ve sloganını oluşturan "Türkiye'nin Lideri" tanımlamasına bakmaları. Ama o da nereye çekseniz gider türünden.

Güvercinlerle uğurlanan karaoğlan

Ecevit'in imajı birkaç köşe yazısı dışında üç sözcüğe sığdırıldı: Dürüstlük, aşk, şiir. Kızdım. Can Dündar belgesellerinden sonra siyaset adamları aşklar ve şiirsi anlatımlara indirgenir oldu.
Oysa, Ecevit'in imaj serüveni iki dönemi içerir: Karaoğlan dönemi, Ecevit dönemi. 1980 öncesinde 'ak güvercin, Ecevit mavisi, kasket' üçlemesiyle şekillenir 'Karaoğlan imajı'. 1980 sonrasına kalan imaj ise uzlaşmacı, dengeci, dürüst Ecevit'tir. 'Karaoğlan' imajının üç bileşeni; CHP'de ikinci adam İnönü'ye karşı mücadele cesaretiyle kazandığı liderlik (karizmasının kaynağı), işçi haklarını savunması (bugün Zonguldak'taki madencilere hapsedilen 'işçi-halk dostu' imajı) ve Kıbrıs Barış Harekatı (sonraki siyasetçilerin Kıbrıs'ı çözümsüzlüğe sürüklemesinden bile sorumlu tutulsa da o 'Kıbrıs Fatihi'ydi).
İyi bir hatipti. İnce bir üslupla halkı ardından sürükleyen. Ardından koşarken düşüp dizlerini parçalayan babamın Ecevit'iydi 'Karaoğlan'.
1980 sonrasındaki Ecevit ise tartışılan Ecevit. Kendisiyle hesaplaşmış, 80 darbesi için kendi ateşli üslubunu sorgulamış, sakinleşen, uzlaşmacı Ecevit. Gittikçe daha çok kirlendiğine inandığımız siyasetin 'ötekisi' olarak 'dürüst Ecevit'. Kabalaşan siyasetin 'ötekisi' ise 'nazik, zarif Ecevit'.
Tüm bunları bir yana bırakıp Ecevit'i "onlarınki büyük aşktı" laflarıyla anmak, haksızlık. Acımasız... Bir erkeğin başına gelebilecek en trajik durum değil mi bir kadına teslim olmak?
Güle güle Karaoğlan. Rahat uyu güvercin kanatlarında.

Aşk satışa gelmez!

Aşk da markanın değer karmasına karıştı. Derinden derine hep vardı ama şimdilerde aşk raflara da kondu. İşe biraz aşk karıştırmak markaya bağlanmayı kolaylaştırır düşüncesi.
De Beers, Lava adını verdiği tasarımını "aşkın enerjisi" olarak tanımlıyor. Lava'yı aşklarıyla ünlü Burak Hakkı ve Sema Şimşek çifti temsil ediyor. Sözleşmelerine 'aşklarının ne kadar süre bitemeyeceği' maddesi eklenmiş olmalı. Nasılsa duygusal markalama konularında mantığın pek yeri yok. Beigbeder aşkın ömrüne üç yıl biçtiğine göre, HakkıŞimşek çifti de bu süreyi aştıysa Lava'yı bir risk bekliyor olmalı.
Aşk rafa konunca Lovemarks çıktı bir de. Farklı olmak için ortaya konan bir iş sosyalleşme ihtiyacının ötesinde bir anlam taşıyabilir mi? Sanmam. Yabancı konuşmacılar komplekslerimiz üzerinden iyi para kazanıyor doğrusu. Yeni bir şey söylemedikleri gibi saçmaladıkları için alkış alıyorlar. İstanbul'un işgali sırasında yabancıların katıldığı davetlerde onlara yalakalık yapmak için sıraya girenleri anımsayın. Görkemli ünvanlı CEO "lovemarks yaratmak için gizem, samimiyet ve temas gerektiğini" söylemiş. Nasıl yani? Katılımcılardan biri "Samimiyet ve temas varsa gizemi nasıl yaratacağız?" diye sordu mu acaba?
Seçimi organize eden Serdar Erener bile temsil değeri olmadığını söylüyor 'lovemarks' seçilen markalar için. Seçilenler ise sevindirik. Yanılsamalar dünyası. Sektörün kendine güveni gelişmedikçe komplekslerle yola devam.

İyi fikrin ülkesi yok

Küçük yeşil bir kurbağa... Pusuya yatmış avını bekliyor. Bir sinek geliyor ama beklenenin tersi, sinek kurbağayı yutuyor. Volkswagen Golf reklamı kısa, basit ve mesajı net. DDB Berlin'den, kendini tekrar eden reklamlara bu işin nasıl yapıldığını gösteren çarpıcı bir örnek.
Reklamın orijinal sloganı "unusually poverfull." Amaca odaklı reklam, ilişkiler ağından cımbızla çekilip alınan ayrıntılar üzerine kuruluyor. Reklamı yapılan ürünü ek bir anlatıma yer bırakmadan, çok mesaja boğulmadan anlatıyor. Bir ürünü her şeyiyle anlatmak için uğraşmıyor.
Kimsenin uzun uzun düşünecek zamanı yok. İzleyiciyi yakala, anlat, bırak. Bunları da en kısa saniyeler içinde yap. Kafa karıştırma. DDB Berlin'e bak ve unutma: İyi fikrin ülkesi yok.

Aklımda kalan

Askerler, halk ve Ecevit cenazesi:
GATA'daki askeri tören, Kocatepe'deki askerle halkın aynı değerlerde buluşması... Bu ilişkinin görkemini anlamadan Türkiye üzerine yapılan tezlerin, eleştirilerin ayağı hiç yere basmayacak.

İş dünyasının Mustafa Kemal'in felsefesini anımsaması:
BU 10 Kasım'da anma ilanları farklıydı. İş dünyası Ata'yı, Ata'nın sözleriyle andı. Koç, Erke, Ağaoğlu; Ata'yı O'nun sözleriyle anarken bir de tavır koyuyordu ortaya. Ama en güzel ilan Koç'un, "Büyük olmak için hiç kimseye iltifat etmeyeceksin"le başlayıp, "bundan sonra da sana büyüksün derlerse, bunu söyleyenlere güleceksin.."le biten ilanıydı. İş dünyası Ata'nın sözleri üzerinden imajlar kurmanın önemini fark ederken siyaset dünyasının kayıtsızlığı içinde bulunduğumuz sorunların temel kaynağı değil mi?

(Sabah Gazetesi 12.11.2006)