Nuran YILDIZ

Sabah Gazetesi - Arşiv

Darbe işaretleri

Newsweek'te Türkiye'de darbe olasılığının yüzde 50 olduğu yazıldı. Biz 'olur mu, olmaz mı'yı tartışmaya başladık. Darbe uzmanı yazar çok. Genelkurmay'a sebze satan adamı tanıyan, asker bilirkişisi oluveriyor. Kimilerinde hayal kırıklığı yaratabilir ama köşe yazıları asker için darbe konusunda referans değildir.
Darbe olup olmayacağını merak edenlere birkaç ipucu vermek iyi olur. Çünkü tüm müdahaleler önceden kendini ihbar ediyor. Bazen göstererek, bazen söyleyerek. İhbar kodlarını çözmekte siyasi iktidarların geç kalması, kimi siyasetçilerin deyimiyle basiretlerinin bağlanması müdahaleyi getiriyor.
27 Mayıs "ihtilali" gelişini siyasi iktidara birçok kez haber vermişti. Her defasında miting alanlarında toplanan kalabalıkların destek olarak algılanması iktidara daha cazip gelmişti.
Bazen darbe yüksek sesle gelir. Temmuz 1980'de "ne zaman yapacaksınız?" sorusu Org. Evren'e sorulacak kadar alenileşmişti. Evren'in verdiği "daha değil" yanıtı durumu gözler önüne sermeye yeter.
Darbe sorusunun yanıtını arayanlara iletişimsel öneriler:
Genelkurmay'ın gece yanan ışıklarına sakın aldanmayın. 28 Şubat sürecinde Hükümeti caydırıcı işlev gören ışığı yanan pencerelerin 12 Eylül'de ışıkları söndürülmüş, iç merkezlerde çalışılmıştı. "Makam odam ve Genelkurmay'daki birçok odanın pencereleri siyah karartma perdeleriyle örtülüydü" diyor Evren.
Sıradışı askeri faaliyetleri izleyin. 1960'ta Başbakan'a askerlerin toplu olarak arkasını dönmesi, 1969'da askeri denetimlerin garnizon dışına da kaydırılması ya da 1997'de Sincan'dan tankların geçmesi gibi.
Generallerin gülen yüzünden sonuç çıkarmayın. Başbakan Demirel Org. Evren'in Cumhurbaşkanı vekili Çağlayangil'i ziyaretinden sonra Cumhurbaşkanlığı özel kalemi Baransel'i arayarak Evren'in tavırlarını sorar. Baransel Evren'i lüzumundan fazla sıcak ve iltifatkâr bulduğunu söyler. Demirel, "demek ki daha bir hafta mühletimiz var" diyerek rahatlar. Tarih ise 11 Eylül 1980'dir.
Siyasetçilerin TSK'nın taraf olduğu konulardaki tavırlarını analiz edin. Unutmayın, Türkiye'de bir darbenin olup olmayacağı askere bakarak değil, siyasetçiye bakarak belli olur.

Sosyal devlet imajını tahrip: 150 bin dolar

Bir dizi, abuk bir soruyla reklamını yapıyor. 150 bin dolar karşılığında çocuğunuzun iyileşmesi için biriyle yatar mısınız? Saçma. 150 bin dolar biriyle yatmanın değil, çocuğun iyileşmesinin bedeli. Böyle bakınca her anne yatar. Yani yanıt önceden belli: Namusla aranızdaki bağ, çocuğunuzla aranızdaki bağdan güçlü olur mu?
Annelik imajı iki durumda da hasarlı: Adamla yatsa namussuz, yatmazsa kötü anne. Ama bu soruda gözden kaçan asıl konu devlet imajının gördüğü zarar. Anayasayla güvenceye alınan sosyal devlet neden var? Çocuklar parasızlıktan ölmesin, eğitimsiz kalmasın diye. Eğer bir çocuğun iyileşmesi için annenin para karşılığı biriyle yatması gerekiyorsa bundan sosyal devlet zarar görmez mi?
Bunu da kimse sormuyor ya kahroluyorum!

Marka 2006 konferansı

Son haftalarda tutulduğumuz bilgi bombardımanı Marka 2006 Konferansı'yla devam edecek.
7-8 Aralık'ta Çırağan'da gerçekleşecek Marka Konferansı'na ilgi fazla olacak. Dünyaca ünlü konukları, ilginç konuları var: "Fark yaratmak" üzerine konuşacak olan Bob Geldof, ünlü "Got milk!" kampanyasının yaratıcısı Mark Tungate gibi.
İlk gün gerçekleşecek Ömer Çelik performansını merak ediyorum. Başbakanın beyninin yarısı Türkiye markası üzerine konuşacak. Oysa Erdoğan markası üzerine konuşmasını beklerdim. "Tayyip"den "Erdoğan"a geçiş serüveninde Çelik'in anlatacak çok şeyi olduğunu biliyorum. Erdoğan markasının ayrıntıları ilginç bir deneyim aktarımı olabilirdi. Neden bir başarı öyküsü dururken, başarısızlık öyküsüyle karşımıza çıkacak anlamadım. Sanırım Erdoğan'ı anlatmak kendisi için mayınlı tarlada gezmek gibi olacağı için.

Düşündükçe gülüyorum

Ali Baba ve Kırk Haramiler galasında "Goldaş altın!" diye bağrılınca ortalık karıştı. Manzarayı düşündükçe gülmekten ölüyorum. Kültürün metalaşma komedisi.
Herkes Goldaş'a kızdı. Bilen de bilmeyen de sponsorluk zerafetinden söz etti. Kavramlar karışıyor. Sponsorluk bir toplumsal sorumluluk değil. Ticari bir faaliyet, bir pazarlama terimi. Sponsor şirket parasını koyar, karşılığında da talepte bulunur. Ali Baba'nın şalvarına Goldaş yazdırmak da dahil. Toplumsal sorumluluk ise başka bir şey. Şirket verdiği para karşılığında bir şey almayı değil, topluma bir şey vermeyi hedefler.
Öyleyse 30 bin YTL veren Goldaş'a değil, bu kadar az paraya bu reklamı kabul eden İstanbul Devlet Opera ve Balesi'nin yöneticilerine kızalım. Goldaş'a ise reklam yöneticisinin "sanata fırsat buldukça destek veriyoruz" sözleri için kızılır. 'Fırsat buldukça' mantığıyla değil, hedefler için belirlenen stratejiyle karar vermesi gerektiği için.

Aklımda kalan

Bakan Şahin'in tehlikeli oyunu
Futbol Federasyonu Genel Kurul delegelerinin harekete geçmesini bekleyen Bakan, onlar harekete geçmezse kendisi toplantıya çağıracakmış. Kendisini bekleyen tehlikenin ipuçları kendi ağzından dökülüyor. Delege harekete geçmeyerek bir tavır ortaya koyuyorsa toplantıda istediğiniz kararın çıkmama olasılığı yüksek. Bu ikinci yenilgide Bakanın imajı zarar görmeyecek mi? Yoksa imaj amaca feda mı olsun?

"Uzanların Petrus'u"
Şarap uzmanı genel yayın yönetmeni FB yönetimine strateji danışmanlığından fırsat bulsa görecek ki ünlü Petrus Türkiye'de "Uzanların Petrus'u" adıyla bir alt markaya sahip oldu. İçinde Petrus geçen haberlere bakın, bir yerinde "Uzanların" belirteci vardır.

(Sabah Gazetesi 03.12.2006)