Nuran YILDIZ

Sabah Gazetesi - Arşiv

'Çelik çomak' oyununa tam not!

Başbakan Erdoğan'ın dış siyasetini başarılı bulmam. Ama iç siyasetteki başarısı genellikle ortalamanın üzerindedir. Cumhurbaşkanlığı sürecinde izlediği iletişim stratejisi ise derslerde örnek gösterilecek türden.
Muhalefetin elbirliğiyle Erdoğan'ı cumhurbaşkanı yapma uğraşısı ortada. Erdoğan ise muhalefetin onu çekmeye çalıştığı savaş alanına girmiyor. Aksine kendi oyun alanını yaratıyor.
Susmanın gücünü keşfetmiş gibi. O cumhurbaşkanlığı konusunda sustukça diğerleri konuşuyor. Suskunluğunu öyle laflarla bölüyor ki, ajite etmek ister gibi bir hali var. Ortam ajitasyona zaten uygun. Basın toplantısında "çelik çomak verdik oynasınlar" diyor. Ne küçümseyici bir ifade.
Teke Tek'te "Bizden herhangi bir şey duymayacaksınız derken aslında planı uygulamaya başladık" demesi sessizliğin stratejisini ortaya koyuyor. Elbette gürültü yapmayı muhalefet sananların anlaması zor bir bakış açısı.
"Aday olur muyum olmaz mıyım ben biliyorum ama bunu kimseye açıklamam" cümlesine dikkat. Buradaki "kimse" gerçek anlamda "kimse"dir. Etrafındakilerin "ben biliyorum" havasının içi boş. Sessizlik ve sır vermeyiş o kadar derin olunca kafalar karışıyor. Herkeste bir telaş. Sessizlik en kolay biçimlendirilen ortamdır, sanırım biliyor.
Kafalarda sorular çoğaldıkça cevaba sahip olanın değeri de artıyor elbette. Bu stratejinin sonunun nereye varacağını ise Erdoğan'ın birkaç hamle sonrayı görebilme becerisi belirleyecek. Görebilir mi? Çankaya ışığının gözünü ne kadar kamaştırdığına bağlı. Bazen fazla ışık körleştirmez mi?

TUSİAD'ın iki önemli mesajı

TÜSİAD konuşacağı zaman kulaklar onlara, gözler hükümete çevrilirdi. Bu kez okkalı mesaj muhalefete gitti. Benim her fırsatta eleştirdiğim muhalefeti "kısa vadeli bakışaçısıyla ulusal çıkarlara zarar verdikleri" gerekçesiyle suçladılar. Bu bir.
"Seçimler zamanında yapılmalı ve cumhurbaşkanlığı konusunda uzlaşma olmalı" (aklın yolu bu) derken de cumhurbaşkanının Erdoğan olmaması gerektiğini açıkça söylediler. Bu da iki.

Ali Taran, AKP ve Cem Uzan

ALİ Taran ve Cem Uzan kampanyası üzerine ilk makaleyi yazmış biri olarak konuyu değerlendirmem gerek. Ali Taran popülist dalgayı yakalayıp onun üzerinde yükselmeyi iyi bilen bir reklam sörfçüsü. AKP'nin de tüm iktidar partileri gibi iyi bir dalga yakalaması gerekiyor.
Üstelik AKP'nin uzun zamandır aynı ajansla çalışmanın kanıksanmışlığını ve yorgunluğunu gidermeye ihtiyacı var.
Taran, Cem Uzan kampanyasında çok başarılı oldu. Birkaç ay içinde sıfırdan alıp yüzde 7.2'ye taşıdı. Bunu yaparken pazarın koşullarını doğru analiz etmiş, doğru hedef kitleye, doğru mesajları doğru yöntemle ulaştırmıştı. Pasta doğru dilimlenmişti. Çok para harcanmış ve Taran da çok para kazanmıştı.
Cem Uzan para ve uzmanlığın ürünü olarak yeni siyasetin örneğiydi. Tam bir üründü ve bu anlamda Türkiye seçim kampanyalarının kırılma noktasıydı. Oysa AKP bir siyasi parti. Genç Parti'den farklı. Güçlü bir tabanı, canlı parti hücreleri var. Taran'ın başarısı bu farkı doğru analiz edebilmesine bağlı.
ErdoğanTaran ikilisinde kötü olasılık ve risk ise popülizmi abartmaları. Çünkü ikisi de bünye olarak buna uygun.

Hülya Avşar av mı, avcı mı?

İki grup erkek var: "Kolay olsun benim olsuncular" ve "zor olsun benim olsuncular".
"Kolay olsun benim olsuncular" kadına giden yolun cüzdandan geçtiğine inanır. "Zor olsun benim olsuncular" için kadın bir savaş alanı. Kimi savaşma, avlanma güdüsünü paintboll oynayarak giderir, kimi zor bir kadının peşinde koşarak. Bazen bu kadın herkesin birlikte olmak istediği kadındır: Hülya Avşar gibi.. Hülya Avşar kendini ekonomik alanda kanıtladığını düşünen adamlar için en yüksek bonuslu ödül ve hedef.

'Hayatım. Kartım. Başka bir arzum?'

REKLAMLARIN hepsi birbirine benziyor derken, American Express reklamıyla keyif verdi. Taklit, esinlenme, sıradanlık kokan banka, deterjan bisküvi reklamlarına boğulmuşken... Ve bu kısır döngüde reklama arkamızı dönmüşken.
İzlediğimiz American Express'in "My Life. My card" şemsiyeli küresel marka kampanyasının üçüncü filmi. Kişisel bir öyküden yola çıkıyor ve izleyenleri kendi kişisel öykülerine götürüyor. Küresel bir dil. Kate Winslet'in kendini oynadığı reklam 2005 imzalı. 2004'te yayınlanan reklamda ise Robert DeNiro oynamıştı.
"My life. My card" sloganı Garanti'nin yıllardır vazgeçmediği "Başka bir arzunuz?" sloganıyla desteklenince Türkiye'deki konsept oluşmuş: "Hayatım. Kartım. Başka bir arzum?"
Herkesin hayran olduğu kadına sahip olmak bir güç gösterisine dönüşebiliyor. Hülya Avşar da bunu bilerek kendini görsel ve sözel bir "arzu nesnesi" olarak sunuyor: "Ben sizin için değerliyim, siz benim için beş para etmezsiniz" tavrının altını çiziyor. Erkek dünyasının yumağını çözmüş, ipin ucunu elinde tutuyor.
İpin ucunda bugün Sadettin Saran, dün bir başkası olabilir. Esas iktidar oyunu oynayan Hülya Avşar'dır. Erkeklerin puan hanelerine yazmak için can attığı Hülya Avşar, lunaparktaki oyuncakları vurur gibi onları bir bir yere düşürüyor. Tam adam içinden "ben kazandım" derken "sıradaki oyuncak" diye bağıran Hülya Avşar oluyor. O kuklaları erkekler olan bir kuklacı. Yeter ki aşık olmaya görsün.

AKLIMDA KALAN

Başmükareci Ali Babacan'ın hem var hem yok hali- Farkında mısınız AB tartışmaları aldı başını gitti, tartışmaların merkezinde Ali Babacan hiç olmadı. Başbakan'ın, "Gençliğiyle ve dinamikliğiyle başarılı olacağına inandığı" Babacan. O, bu göreve haberi olmadan atandığı için belki, biz de o bu işi yaparken habersiz kaldık. Ne zaferde adı, ne de yenilgide sözü vardı.

"Bizim neden ışıklı kentlerimiz yok?" sorusu- Bir kent düşündüğünüzde aklınıza önce yüksek binalar ve bolca ışık gelir. Işık, binalar, cam ve yansıtıcı materyaller. Paris Champs Elyees'nin ışıklarıdır. New York ise ışıklı gökdelenler... Işık yoksa kent yoktur; öyleyse bizim neden ışıklı kentlerimiz yoktur? Hem de bu yılbaşı arifesinde ışığa boğulmak hoş olacakken.

(Sabah Gazetesi 24.12.2006)