Nuran YILDIZ

Sabah Gazetesi - Arşiv

Bir yeni yıl yazısı: Hayat üç şıklıdır

Her yıl hayatımızda yeni bir kesit ifadesi. Yeni yılda yapılacaklar, yapılmayacaklar listesi, eski yıldaki yanlışlar, doğrular muhasebesi. Ağır matematik.
Her yılın son haftası, geçen yıldan edindiğim kamburların listesini yapar, yeni yıla taşımak istemediklerimin üzerini çizerim. Hayat felsefemi yeniden gözden geçiririm. Deneyimlerim bazı değişiklikler gerektirir. Ama "HAYAT ÜÇ ŞIKLIDIR" felsefemi hiç değiştirmem.
Bu felsefeyi anlamak başarı için gizli bir koşul. Modern sonrası zamanlarda ayakta kalmanın gereği. Oysa yaşam önümüze hep iki seçenek sunar gibi görünür: Ya evet ya hayır. Ya o yoldan ya bu yoldan. Ortası yok. Biz Türkler çok daha tez canlıyız. Kim ne sorarsa yanıt hemen hazırdır. Durup beklense üçüncü şık bulunacaktır ki büyük olasılık doğru cevap da odur.
Biz bunu beceremeyiz. Uluslararası ilişkilerimizin çıkmaza girmesi, siyasetin aşağı çekilmesi, aşkların kırılıp dökülmesi de ondandır.
Bu savıma karşı çıkmak isteyenler sorar: "Peki evlilik teklifine yanıt nasıl üç şıklı olur? Ya evet ya hayır demeniz gerekmez mi?" Gerekmez. Teklifi alan "zamana bırakalım" dese uzun dönemde kârlı çıkacağının farkında değildir. İstenen de iki şık arasına sıkıştırılmamızdır zaten.
Yeni yılda dileğim hayatın üç şıklı olduğunu unutmamanız. Eğer birileri size iki şık dayatıyorsa bilin ki üçüncü şık işine gelmiyordur. Mutlu Yıllar! İyi Bayramlar!

Onun kahramanları

Yılın son dersiydi. Biraz da keyif için öğrencilerime hayali ya da gerçek kahramanlarının kimler olduğunu sordum. Hepsinin bir yanıtı vardı. Ders bitti. Odama çıktım. İçlerinden biri arkamdan geldi. "İzin verirseniz ben kendi kahramanlarımı anlatmak istiyorum size, sınıfta anlatamazdım" dedi. Dinledim.
"Güneydoğu'da bir ilçede (adını verdi ama yazmayacağım) okudum ilkokulu. Okul bitti. Kızlar okula gitmezdi bizim orda. Çeyiz için elime verilen danteli örüyordum yol kenarına oturmuş. Kaymakam Uğur Kılıçarslan gördü, neden o saatte okulda olmadığımı sordu. Babam okula göndermiyor, 'paramız yok diyor' dedim. Kaymakam elimden tuttu babama gittik. "Bu kız okuyacak, masraflarını ben karşılayacağım." dedi. Ortaokula başladım. Okul bitti. Benim hayallerim de bitmişti, kaymakam ilçeden gitmişti. O kaymakam benim kahramanımdı.
Okumalıydım. Milli Eğitim Müdürü Muammer Sarı'ya gittim. Durumu anlattım. O babamla konuştu, kayıt süresi bittiği halde liseye kaydımı yaptırdı. Lise bitti, hayallerim yine bitti. Muammer Sarı gitmişti. O benim kahramanımdı.
İlin valisi Osman Acar'ın başlattığı "Toplumu Kalkındırma Projesi"nde çalışmaya başladım. Bu arada beşik kertmesi olduğum akrabamla evlenme zamanım gelmişti. Vali gitmişti ve yine hayallerim bitmişti. O vali benim kahramanımdı.
Karar verdim bu çarkın dışına çıkmalıydım. Projeden aldığım parayı babama veriyordum, vermekten vazgeçtim. O parayla dershaneye başladım. Bunun için şiddet görmeye de başladım. Evden kovmakla tehdit edildim, iş yükümü artırdılar. Ama vazgeçmedim geceleri ders çalıştım. Beşik kertmemi ona iyi davranarak oyaladım.
Üniversite sınavında il beşincisi oldum. Ağabeyim de üniversiteyi kazandı. Odada bir köşede o, bir köşede ben babamızı bekledik. Geldi. Ağabeyimi alnından öptü ve onunla gurur duyduğunu söyledi. Bana geldi, ben de aynı şeyi söyler diye umarken yüzüme tükürdü, onu rezil ettiğimi söyledi. Dövdü, odaya kilitledi." (Bu bölümü anlatırken tutmaya çalıştığı gözyaşları sele döndü. Ama devam etti.)
"Bir fırsatını bulup Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'ne faks çektim postaneden. Onlar "Biz gelip seni alırız" dediler, onlar da benim kahramanımdı.
Bu arada fakülteye kayıt süresinin dolmasına iki gün kalmıştı. Bir ara radyosunda çalıştığım Murat Abi vardı. Üniversiteyi kazanırsam haber vermemi istemişti. Ona gittim. Bana Ankara'ya gidip kaydımı yaptırmam için 450 milyon lira verdi. O Murat Abi de benim kahramanımdı.
Geldim kayıt yaptırdım. Yurda yerleştim. Çoğu zaman parasız kaldım, yazları geçici işlerde çalıştım. Şimdi okulu bitiriyorum." dedi.
Evet, o hayatının kahramanlarının adlarını tek tek aklına yazmış. Şimdi iletişim fakültesini bitiriyor, ailesinin yanına dönemez. O, yeni yılda yeni kahramanlarını bekliyor. Orada mısınız?

Banu Güven'in karizması

Bu karizma meselesi, herkesin bildiğini sandığı, ne yazık ki bilen sayısının bir elin parmaklarını geçmediği bir kavram. Kimi sevdiğine, kimi imrendiğine, kimi eli puro tutana karizmatik diyor. İşin aslı, biz karizma fakiri bir ülkeyiz.
İstanbul Kültür Sanat Vakfı'nın kostümlü partisinde NTV'nin karizmatik spikeri Banu Güven Zorro kıyafeti giymiş. Ahmet Hakan da bunu fırsat bilip Banu için "NTV'nin kapak kızı Banu Güven'in karizmasını nasıl çizdirdiğini" yazmış.
Banu da Ahmet Hakan da yakın arkadaşım. Açıklamakta yarar var, Banu'nun karizması öyle kolay çizilir türden değildir. Zorro kıyafeti onun karizmasının üstünü çizmez, olsa olsa altını çizer. Karizmanın üstünü çizmekle altını çizmek çok farklı şeyler. Ahmet'e de diyeceğim o ki, evet NTV'de bir kapak kızı var ama o Banu Güven değil, spor spikeri Burcu Esmersoy. Onun da zaten çizilebilecek bir karizması yok.

Coca-Cola ailesinin masası

Güven Kıraç'ın oynadığı, komşu dedikodusu yapılan aile yemeği konulu Coca-Cola reklamını izlediniz mi? "Coca-Cola tadında" konseptiyle tetiklenen sohbetler. Keyifli, sıcak bir yemek masası. Sizi bilmem, ben en çok yemekten sonra masa öylece dururken sohbetten keyif alırım. Biri masayı toplamaya başladı mı dikkatim dağılır. Coca-Cola reklamını izlerken o masada olmayı ve itiraf ediyorum o komşunun dedikodusunu yapmayı istedim.
Coca-Cola bunu hep yapıyor. Glokal (global+lokal) konumlamayı başarıyla sürdürüyor. Bu başarının sırrı da yerel değerlere tepeden bakmıyor olmalarında yatıyor. Yerel değerlerin içine giriyor. Benimsiyor. Birçok uluslararası marka küresel ile yereli birleştirirken kendini yukarıda tuttuğu için aynı başarıyı yakalayamıyor. Küresel marka yerel değerlerle aynı düzeyde buluşmazsa izleyenin içine sinecek iş yapmak da zorlaşır. Coca-Cola küresel reklamla glokal reklam arasındaki farkı bir kez daha gösteriyor.
İzleyin bakın, siz de o ailenin sıcak sofrasına davet edilmek isteyeceksiniz.

İnci avcıları: İçinde aşk var

Bazı insanların sihirli değneği vardır. Kime ya da neye dokunursa değer kazandırır, Hıncal Uluç gibi. O birine "iyi" dedi mi, magazin dünyasının iyisini belirler. Aslına kimse bakmaz. Kadının yüzünden tren geçmiş bir ifadesi bile olsa Hıncal Uluç "güzel" dediyse güzeldir artık.
Benim sihirli değneğim yok, olsaydı onu Hakan Aysev için kullanırdım. Aysev imajını henüz aklımıza yerleştirememiş muhteşem bir tenor. Kendinize ya da sevdiklerinize Hakan Aysev'in İnci Avcıları albümünü almalısınız. Napolitenler, tangolar ve aryalarla operanın en güzel parçaları etnik house tarzında yorumlanmış.
Hani sevgilinizle yola çıkarsınız. Sonra "bak ne dinleteceğim sana" dersiniz. Susarsınız ve dinlersiniz ve birbirinizi daha çok sevdiğinizi hissedersiniz işte öyle. İnci Avcıları'nın içinde aşk var, size çarpıyor. Benim sihirli değneğim yok Hakan Aysev'in de sihirli değneğe ihtiyacı yok. Dinleyin anlayacaksınız.

AKLIMDA KALAN

Mustafa Kemal'in 2007 bütçe görüşmelerini ziyareti - Bütçenin kapanış konuşmalarında AKP, CHP ve ANAVATAN liderleri bir şekilde Mustafa Kemal'i andılar. Keşke daha çok ansalar, Türkiye için daha iyi olurdu.

Kartondan evler, pamuktan karlar - Bu hafta aklımda kalan çocukluğumdan bir resim. İlkokulda karton bir platforma kartondan ev yapardık. Yanına bir ağaç. Ağacın üzerini, evin çatısını ve bahçesini pamuklarla kaplardık. Evin penceresini sarı grapon kağıtla yapardım. İçerde ışık yanıyor olsun diye. Her yılbaşı ben o karla kaplı karton evi anımsarım.

NOT:

Bu yeni yıl ve bayramda da eposta ya da telefon mesajıyla kutlamalar gönderen tanıdıklar yine boşuna zahmet etti. Adımı mesaja yazsalar da yazmasalar da okumadan hepsi çöp sepetine gitti.

(Sabah Gazetesi 31.12.2006)