Nuran YILDIZ

Sabah Gazetesi - Arşiv

Ölüm iletişimin bittiği yerdir

Bugün Türkiye'nin yeni tanıtım kampanyasını yazacaktım. Stallone'nin sözde Ermeni soykırımıyla ilgili çekeceği filmi de... Türkiye'nin imajı üzerine birkaç ukalaca laf işte. Bir, iki, üç kurşun hepsini anlamsızlaştırdı. Kurşunla kazınan bir imajı hangi kampanya silebilir ki? Suikastle gelen ölüm öyle derin resimler çizer ki zihinlere, izlerini silecek iletişim çalışması yoktur. Hep koşup bir arpa boyu yol gidemeyişimiz ondan.
Hrant Dink, hem de öldüğü gün yazıyor: "Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz." O gün öleceğini sezdiği için belki de, katillerini insafa davet eden bu yazının yüreğimizde açtığı yara hangi iletişim kampanyasıyla iyileşebilir?
Dink haklıydı. Bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz. Ama 'insan' olanlar dokunmaz. Her kış balkonuma yerleşen güvercinler rahatsız olmasın diye balkonu kendime yasaklarım. Balkon pislenir, kızarım ama onların özgürlüğü için kendimi sınırlarım.
Böylesi bir ölüm iletişimin bittiği yerdir. Bir ülke için de, bir insan için de...

Teknosa'nın müşteri memnuniyeti

Teknosa'nın reklamlarını izliyorum. "Herkes için teknoloji" sloganıyla... Müşterisini "bol seçeneğe, güvenle almaya alışmış" olarak tanımlıyor. Müşteri memnuniyetine vurgu yapıyor. Böyle durumlarda işin aslı öyle değilse reklam daha zarar verici olabiliyor.
Bu reklamla birlikte Teknosa'yla ilgili şikâyetler artmaya başladı. Hatta o kadar fazla olmuş ki "Teknosa mağdurları" başlıklı internet siteleri kurulmuş. Okurlarımdan Emel Altun'un Teknosa'dan aldığı bir S600 S Samsung marka digital fotoğraf makinesi ve hafıza kartı sonrası yaşadıklarını okurken ben daraldım. Anneme aldığım cep telefonunun başına bir şey gelmesin diye dua etmeye başladım. Emel Hanım'ın hikâyesi uzun ve iç karartıcı. İlgilenen Teknosa yöneticilerine ayrıntılı bilgiler içeren epostayı gönderebilirim. Benzer sıkıntıları yaşayan o kadar çok tüketici var ki. Çoğu çözüm için üretici firmalara gönderildiklerini söylüyor.
Oysa perakende aracı kurumların üstünlüğü müşteri memnuniyetinde kendini göstermeli. Ayıplı ürün konusunda üretici firmayla müşteri değil, Teknosa muhatap olmalı. Müşteri için hayatı kolaylaştırmıyorsa teknolojinin de, Teknosa'nın da ne anlamı kalır yoksa?

Ahmet Hakan freni yokla!

Ahmet Hakan Show TV'de, Ece Gürsel'in "alem kadını olup olmadığı"nı tartışıyordu. "Buraya onunla tartışmaya gelmedim" diyordu sunuculara ama iş işten geçmiş, banal bir tartışmanın içinde bulmuştu kendini.
O Ahmet Hakan ki Kanal 7'de, İskele Sancak'ı hazırlayıp sunarken bir sağcı kanalda solcu entelektüelleri konuk ederdi. Prestiji oradandı.
Kanal 7 ana haberini ratinglerde ön sıralara taşımış, en çok konuşulan haberleri yapmıştı. Başarısı oradandı.
Ne zaman ki Hürriyet'te "en polemikçi yazar" oldu, ne zaman ki çoğunu bir kez gördüğü kadınlarla adı "playboy"a çıktı, içimden "dur" dedim. "Dur, sen Reha Muhtar değilsin." "Dur, sen beyaz Türklerin zenci muamelesi yaptığı ama sen kendini bir renge sığdırmak istemeyen adamsın." Düşündüm, demedim.
Koşullar değişiyor, Ahmet koşullarla yüzüyor. Karşı durmuyor. Sorun da burada işte.
Şimdi diyorum ki "Ahmet araba yokuş aşağı gidiyor, freni yokla!"

Osman Celayir de yok

Öldü. Ankara'da reklamcılığı yaşatmak için çok uğraşmıştı. Yorulmuştu ayakta kalma savaşı vermekten. Ama adam gibi yaşamaktan, "klas" olmaktan hiç vazgeçmedi.
Celayir çalıştığım ikinci ajansın, Redekta'nın sahibiydi. "Bir gün içinde bu ajansta ayak basmadığın bir metrekare var mı senin?" diye sormasını hiç unutmadım. Ajansa giren işin her aşamasını bilmeden iş geliştirmek olamazdı. Metin yazarıydım ama grafiker yoksa ve bir kampanya yetişecekse, grafik tasarımı da yaptım onunla. Şimdiki gibi bilgisayarda değil, rapidoyla çizer, fotoğrafları karanlık odada tramlardım. Ne kadar az şeye sahipsek o kadar iyi olmak zorundaydık. Onu unutmayacağım.

TEB'le yaşamın içinden

Medina/Turgul DDB'nin ana sayfasında Bernbach'ın bir sözü var: "İnsanların dikkatini çekebilirsiniz, ancak bunu ilgisiz bir numarayla yaparsanız, tepkiyle karşılaşırsınız." Dikkat çekmeyi başarı sayanların anlaması zor bir söz.
İnsan ilişkilerindeki ayrıntıları yakalayan reklamlar sempati toplar, aynı zamanda ajansın yaşamı kavrama biçimiyle ilgili ipuçları da verir.
TEB'in, sevgilisi tarafından terk edilen kadınla arkadaşının dertleşmesini konu alan reklamında çoğu kadın kendini bulmuş olmalı. Birinin aklı sevgilisiyle arasındaki elektrikte, diğerininki elektrik faturasında. Ya ağlayan taraf ya da dinliyor görünen taraf değil miyiz hayatta? Tam yaşamın içinden... Dikkat de çekiyor, ilgi de.
Her ne kadar "Hayatta paradan daha değerli şeyler var. Siz onlarla ilgilenin, ödemelerinizle TEB ilgilensin" sloganı ve konsepti, Mastercard'ın "Paranın satın alamayacağı şeyler vardır. Geri kalan her şey için Mastercard " söylemiyle benzeşse de...

Aklımda Kalan

Hülya Avşar'ın bağıra bağıra ağlaması
O, anıra anıra benzetmesini kullanıyor derdini anlatmak için. Teke Tek'te diyor ki, "Ağlamam için belli bir neden yoktu." Gerçekten de belli bir gerekçesi yoktur, dolmuştur, yorulmuştur. Bu duyguyu ancak bağıra bağıra ağlayan kadınlar bilir.

Erkan Mumcu'nun söylemi

Irak görüşmelerinde Mumcu'nun konuşması dikkatimi çekti. Muallaklık siyasette rağbet görürken Mumcu, Dışişleri Bakanı'na "Kerkük Türkmen şehridir. Bunu söyleyemiyorsanız istifa edin." diyordu. Mumcu biliyor da bilmezlikten mi geliyor bilemem ama, siyasette net söylem yaman bir çelişki içerir: Talep edilir ama rahatsız eder.

Burger King'in "fast food" anlayışını değiştirmesi
Müşteri memnuniyeti için markalar her gün başka projeyle karşımıza çıkıyor. Burger King, Superonline ile işbirliğine girerek kablosuz internet teknolojisiyle restoranlarında sınırsız internet hizmeti vermeye başlamış. Böyle giderse "fast food" anlayışı yerini uzun yemek molalarına bırakacak gibi.

(Sabah Gazetesi 21.01.2007)