Nuran YILDIZ

Sabah Gazetesi - Arşiv

TÜSİAD'ın iletişiminde sorun var

TÜSİAD'a atfedilen gücün zihnimize yerleşmesinin tarihsel arka planında "hükümet düşüren güç" olması yatar. Ancak son zamanlarda yapılan iletişim yanlışları ciddi olarak bu güce zarar veriyor. İnsan bu kadar büyük bir markanın iletişim desteği aldığından şüphe ediyor.
TOBB'la başlayan, MHP Genel Başkanı Bahçeli ile devam eden polemikler TÜSİAD'a prestij kaybettiriyor. Bahçeli'ye "vakur ol" diyen bir kurum kendi vakurluğunu sorgulatmamalı. Her iki polemikte de kazanan TÜSİAD değildi.
Bir kadının başkan olması gibi "özel" durum bile, başkanın kim olacağının önceden açıklanmasıyla krize dönüştü. Bu açıklamanın "seçim yerine atama" algısına hizmet etmesi kurumun eleştirilerindeki manevra yeteneğine zarar vermeyecek mi? Adil seçim sistemi raporu hazırlayan bir kurumun taşıyacağı bir çelişki olmayacak mı?
Bunlar yetmezmiş gibi yeni isim arayışı başlamış. TÜSİAD, 36 yılda oluşturulan, açılımını neredeyse unutturan bir marka. Üstelik "Türk İş Dünyasının Sesi" önerisini getirenlere sloganla isim arasındaki farkı birileri anlatsa iyi olacak. "Türk iş dünyasının sesi" iletişim dünyasında eski ve kitsch'leşmiş bir slogan. Yeni başkan bu konuda Güler Sabancı'nın görüşlerini dikkate alsa iyi olur.
TÜSİAD gibi bir kurum iletişimsel anlamda nasıl bu kadar korunaksız olabilir?

Bocelli'den imaj transferi

Yapı Kredi'nin 2 bin özel konuğu davet ettiği, liste dışında kalanların kırıldığının açıklandığı Bocelli konserindeydim. Bir "ben de oradaydım" ya da "kim de oradaydı?" gecesi gibiydi. Yapı Kredi'den çok, yüksek sosyetenin Bocelli'den imaj transferi yarışı.
Davetiyelerin gördüğü ilgi haberleri beklentiyi hayli yükseltmişti.
Hıncal Uluç'un konser ve organizasyonla ilgili yazdıklarına katılmamak imkansız. Seçilebilecek en kötü repertuar, kötü bir akustik. Kaybolan bir Bocelli. Davetiye soran yok. Yer numarası yok. Erken gelen oturur durumu. İyice kaybolmuş Koç logosu ve zayıf karakterli yazı biçimiyle Yapı Kredi'yi görünce, kaybolmayan logo isteğimi yineledim. Logo oradaydı ama kimse onu görmüyordu.
"Özel" konuklar arasında siyasetçiler yoktu. Bocelli'yi dinlemesi gereken sanatçılar da... Mevcut "özel" konukların yaş ortalaması 60'a yakındı. "High society"ye girmek için alt yaş sınırı bu olmalı dedim içimden.
Bence gecenin üç güzelliği vardı: İlki konserin Carmen Prelude'üyle açılmasıydı. Hoş bir nostaljik duygu yarattı. Yapı Kredi'nin leylekli anılarına götürdü bizi. İkincisi Bilkent Senfoni Orkestrası'ydı. Üçüncüsü de Bocelli'nin kendisi değil, imajıydı. Çünkü çok daha iyi tenorlar varken "en iyi" gibi sunulmak bir imaj başarısı. Finalde yalnızca bu imajı alkışladım.

Hürriyet'in yeni işlevi

Son günlerde Hürriyet gazetesine dikkat ettiniz mi? İlk sayfadan iç sayfalara kadar Doğan Grubu'nun kurumsal yayın organı gibi bir işlev benimsemiş. Kurumsal yayınlar kurumun hedef gruplarına kendisini anlatmak için hazırladığı ve parayla satılmayan iletişim araçlarındandır. İçeriği genel kamuya göre değil, hedef gruplarına göre belirlenir. Genelde düzenli olarak yayınlanır ve parayla satılmaz. Geçen perşembe Hürriyet'in ilk sayfasında gördüklerim şöyleydi:
Sürmanşette Özkök ve Çölaşan'ın da içinde bulunduğu insanların mali bilgilerine usulsüz bakıldığı haberi vardı. Haber değeri nedeniyle normaldi. Fakat, yine ilk sayfada "Dünyanın en etkin 100 medyacısı (ne demekse) arasında iki Türk" (biri Özkök) haberi, genel yayın yönetmeninin köşesinin ilk sayfadaki kısmında "öğrencilerin Doğan Grubu'na verdiği değer" vardı. Ekonomi sayfasında Kanal D'nin işbirliği ve bu haberlerin üç tam sayfa halinde işlenişi. Bu aralar Hürriyet'te " Doğan Grubu'nun kurumsal yayınıdır, parayla satılmaz " ibaresi eksik. Gazetenin yeni işlevi konusunda karar sizin.

İsmin ne dedi söyleyiverdim: Feride

Dikkatimi ilk adı çekti. Feride. Sonra etiketteki Feride'nin tasarımı... Belki de anneannemin adı olduğu için isimdeki nostalji. Belki de şarkı söyleme becerisi olmayan benim bile mırıldanma cesareti gösterdiğim şarkı olması.
Herkesin yabancı isimlere gittiği bir zamanda basit, eski ve naif bir adı seçme cesareti kimindi?
Araştırdım. İletişim dünyası nın iyi tanıdığı Sedat Üreten çıktı karşıma. Zeytin ve zeytinyağı işinde henüz çok yeni. "Feride markasıyla amacımız, halkı zeytinyağı konusunda bilinçlendirerek, tüketimini artırmak" diyor.
İletişim ve marka konumlandırmasını ise şimdilik sınırlı alanda tutuyor. Fakat ürünün niteliği bu sınırın aşılacağına işaret ediyor. Marka uygun, ürün uygun, ortam uygun.

Aziz Yıldırım, askerlik, imaj

Diyorlar ki "Aziz Yıldırım askerlik yapmıştır, yapmamıştır ne önemi var? Bu ülkede askerlik yapmayan tek o mu?" Bu soruları ciddiye almak olanaksız. Bu bakış açısı parayla askerlik yapılan ülkelerde bile bir ölçüde dikkate alınabilir. ABD'de askerlik nedeniyle seçim kazanamayan başkan adayları var.
Türkiye'de askerlik kavramı vatan kavramına denk düşer. Askerlik yapmamak için sağlık dışında başka bir neden kabul edilmez.
Bu ülkede askerlik yapmamış bir erkek güven sınavından kolay geçmez. Çünkü kızını evlendirecek babalar için de, iş verecek patronlar için de askerlik görünmeyen bir sınav alanı. Erkek imajının beslendiği bir dönem.
Türkiye'nin üç büyük kulübünden birinin başkanı askerlik açısından sorgulanıyorsa, başkanın bu imajı tamir edecek açıklamalar yapması gerekli. Yapmadıysa neden yapmadığını açıklamak kadar doğal ne olabilir? Bu açıklamayı da en çok, kulübü o başkana emanet eden kendi camiası istemeli.

İddaa krizi iyi yönetiyor ama

Burası eğlenceli bir ülke aslında. Bu kez İddaa krizi karşımızda. 2004'ten bugüne devam eden bahis oynatma işi için Danıştay durdurma kararı vermiş.
İnteltek yönetiminin krizi yönetmek için taraflarla hızlı bir biçimde iletişim kurduğuna, durumu medyayla paylaştıklarına tanık olduk. Buraya kadar iyiydi. Kriz sırasında sözcülük görevi üstlenen İnteltek Genel Müdür Yardımcısı Kerem Ertan'a "Bugüne kadar İddaa olarak hangi toplumsal sorumluluğu yerine getirdiklerini" sordum. "Kriz iletişimini hangi algı üzerine inşa ediyorsunuz?"
Kerem Bey "2,5 yılda yardım fonu ve kurumlarına 50 milyon YTL tutarında destekte bulunduk. Bunları krizde dile getirip insanların duygularıyla oynamak istemiyoruz" dedi. Bu yaklaşım hoş olsa da, bu destek zaten zorunlu değil mi?
Kriz anında gösterdikleri hızlı ve etkin tavrın geçen yıllardaki iletişimsel etkinliğe de yansıması iyi olmaz mıydı? Reklamlarını başka yöntemlerle destekleselerdi. İddaa, Spor Toto'nun markası olduğuna göre İnteltek olarak bir toplumsal sorumluluk projesini başarmış olmak krizde iyi niyeti artırmaz mıydı?

AKLIMDA KALAN

Davos platformu - Dünya Ekonomik Forumu gittikçe sorun ve çözüm ortamı olmaktan çok bir vizyon platformuna dönüşüyor. Politikacıların, patronların ve yöneticilerin birbirinden ilgi çekici vizyonel sunuş yarışı... "Daha farklı ne söyleyerek dikkat çekerim" kaygısı çözüm arayışlarının önüne geçiyor gibi.

The Marmara Cafe'ciler Starbucks'a karşı - Yıllanmış markaların kolaycılığa yenilgisinin son örneği. Oysa The Marmara Cafe, İstanbul'un kültür yapısı içindeki en anlamlı mekanlardan. Onu geliştirmek, ruhuna uygun olarak dönüştürmek yerine uluslararası bir markaya teslim olma kolaycılığı "markalar gerçekte kimin" sorusunu akla getiriyor.

(Sabah Gazetesi 28.01.2007)