Nuran YILDIZ

ANKARA’YA SONBAHAR GELİR…

----- 13.11.2009 - 00:01 -----

Ankara’ya sonbahar gelir ki görmelisiniz… Ömrünüzün bir yerinde, sonbaharların birinde birkaç günü Ankara’da geçirmeden “bir hayat yaşadım” demeniz hayata büyük haksızlık. Öyle gelir Ankara’ya sonbahar…

Gri, renksiz sandığımız sokaklar öyle renklere boyanır, yürürken bir tablonun içinden geçiyorum sanırsınız. Adımlarınız bir tuvale basar gibi olur ya da..

Sarıdan yeşile, pembeden kırmızıya tüm renkler, ağaçtan önce dalda, daldan önce yapraktadır. Şaşkına dönersiniz..

Ankara’ya sonbahar öyle bir gelir ki yüreğinize mi çarpar önce, gözünüze mi çarpar bilemezsiniz…

Ankara’da aşk mevsimi ilkbahar değildir, aşk sonbaharla gelir. Sevgiliye daha bir sokulmak için hafif bir rüzgar, incecik bir soğuk süzülür içinize.. Bir tuzak gibidir sevgiliyi akla düşürmek için Ankara’da sonbahar.

Sokak sokak, Bahçelievler’den Yüksel Caddesi’ne, Tunalı’dan Cinnah’a sarı sarı şehre karışır hayat. Sarı sarı hayat soluklanır her köşede.

İşte o zaman anlarsınız tüm gri anılar sarıdır. Ankara bir sarışındır aslında. Öyle şuh türünden değil, masum, sessiz ve sakin bir sarışın…

Bir tepeye, bir yükseltiye çıkmalıdır hemen. Vakit yitirmeden. Bir dakikasını, bir saniyesini kaybetmek olmaz. Sonbaharda bakınca bir tepeden neden şairler Ankara’dan çıkar anlarsınız.. Tablosunda sarı kullanmayan ressam bilirsiniz ki Ankara’dan geçmemiştir.

Ankara’da sonbahar baştan çıkarıcıdır. Kendinizi sürüklenirken bulursunuz sonbaharın içinden geçerken.. Sürüklenirsiniz ya sokağa ya da sevgilinizin kollarına…

Fark edersiniz yanı başınızda durduğunu ağaçların. Anlatsanız dinleyecektir sizi, dinleseniz anlatacaktır sanki o sessizce boynunu bükmüş ağaçlar…

Ankara’da sonbahar başka türlüdür. Sarhoş eder insanı. Renkten sarhoş eder, hüzünden sarhoş eder… Bıraksa gitmek istersiniz… Bırakmaz. Gitseniz sarısı sizi geriye çağırır.

Öyle bir kendinden geçme halidir ki bu, tüm eski sevgililerinizi aramak istersiniz bir bir. Tüm dostlarınız “hadi gel kafa çekelim” mesafesinde olsun istersiniz.

Bir sonbaharda Ankara’da ellerinizi cebinize sokarak ve yanında şımarıkça gülümseyerek ve hiç konuşmayarak onunla yürümek istersiniz… Hangi sokağa girdiğinizi bilmeden ve düşünmeden hiç… Ayaklarınıza sarı yapraklar bulaşarak ve kulağınıza yaprak çıtırtıları dolarak… Öylesine yürümek… Ankara’da… Sonbahar’da… Yapmazsanız eksik kalır hayat…

GÜLMEKTEN ÖLÜYORUM…

Duyduk ki İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı dinleniyormuş. O da bir şey mi, Ankara Ağır Ceza Hakimi de dinleniyormuş. O da bir şey mi, Yargıçlar ve Savcılar Birliği’nin Başkanı dinleniyormuş. O da bir şey mi, Yargıtay’ın santrali dinlenecekmiş, telefon izin vermemiş.

Bu haberleri okudukça gülmekten ölüyorum. Neden mi? Şu Ergenekon işi çıkalı beri bırakın yargı mensuplarını, perdeciden sokaktaki simitçiye kadar herkes telefonları dinleniyor ruh halinde zaten.

Böyle bir ortamda herkes, telefonda geyikten öte muhabbete girmezken, ister misiniz bu kadar önemli adamlar telefonda ülke meselesi konuşuyor olsun? Eğer öyleyse oturdukları koltukları hemen boşaltmaları gerekmez mi zaten?

Telefonda geyik. Siyasette geyik. Sağlıkta geyik. Bilimde geyik. Siz gülmekten ölmüyor musunuz?

ÖĞRENMEMİZ LAZIM

Telekomünikasyon İletişim Başkanı açıklama yaptı dün: “Yargıtay’ın sabit bir telefonuyla ilgili dinleme kararı geldi ancak santralin özelliği nedeniyle dinleme işleme gerçekleştirilemedi.”

Yargıtay ilgili santralin markasını derhal açıklamalı. Eminim ülkemizde en kısa sürede en çok satılan santral sistemi o marka olur. Bahse var mısınız?

FOTOĞRAFLARIM…

Ne kadar itiraz etsem de değişmiyor. Görerek seviyor bir yanımız. Bir yanımız da sevdiği insanı görmek istiyor.

“Neden bir tek fotoğraf?” Sormaktan usanmıyor okur. “Fotojenik değilim” diyorum, inanmıyor. “Kamera beni, ben onu sevmem” diyorum, umursamıyor.

İçinden en çılgın olanı o tek siyah beyaz fotoğraftan yeni fotoğraflar çıkarıyor. Teknolojinin nimetinden yararlanıp dudağımı boyuyor, gözlerimi renklendiriyor.

Sonunda pes ettim bunca ısrar karşısında. İki fotoğraf daha ekledik. Arkadaşlarımın yoğun çabasıyla. Umarım daha fazla zorlamazsınız beni. Benden bu kadar…

BU RADYO REKLAMINI KAÇIRMAYIN

Sizi bilmem, ben sabahları yalnızca Hakan Gündüz dinlerim. Radyo D’den. Hastasıyım adamın. Hangi kadın hastası olmaz ki.. Karizmaysa karizma… Öyle bir ses tonu ve sözcük vurgusu var ki, kıskanırsa en çok bu yüzden kıskanır insan Hakan Gündüz’ün sevgililerini... Espri ve ince zekasına gelince… Üstüne söz söylemek bile had bilmezlik olur.

Benim ondan, onun benden söz edişine bakıp “Aranızda bir şey mi var?” diye soruyor insanlar. “Evet” diyorum “Bir şey var: 454 kilometre!” Daha ne olsun?

İşte ben aramızda 454 kilometre olan o Hakan Gündüz’ü dinlerim her sabah. Benim gibi müptelası çok ya adamın, radyo programı reklamdan geçilmiyor. Hakan Gündüz arası reklam mı, reklam arası Hakan Gündüz mü insanı deli ediyor.

Bugünlerde bir reklam dönüyor program arasında: Işık Sigorta reklamı. Hakan Gündüz’ün beni güldürdüğünden çok daha fazla güldürüyor.

Hani en ünlü türkülerimizden biri var ya “Kendim ettim, kendim buldum.” (Eminim şu an hepinizin zihninde çalmaya başlamıştır.) İşte o türküyü cıngıl (reklam müziği) olarak uyarlamışlar. Cıngılın ilk bölümü “eyvah eyvah”la bitiyor. Sonra araya sigorta şirketinin reklam sözleri giriyor ve cıngıl “Işık Sigortaya geldim, artık güven içindeyim hey hey heyy" gibi sözlerle bitiyor..

Söz konusu olan bir radyo reklamı. Yani tamamen kulağa yönelik. Dinleyici zihninde önceden var olan türküyü cıngılla birlikte söylemeye devam ediyor. Ortaya şöyle bir durum çıkıyor: “Kendim ettim kendim buldum, gül gibi sarardım soldum, eyvah eyvah. Işık Sigortaya geldim, artık güven içindeyim hey hey heyy”

Mutlaka dinleyin, dinleyin ki görün reklam dünyamız ne haldedir.

AKLIMDA KALAN

Dinleme üzerine tezatlar ülkesinde yaşamak: Son skandalımız önemli yargı mensuplarının ve hatta Yargıtay santralinin bile dinlenmesi. Kimsenin kimseyi dinlemediği bir ülkede birileri herkesi dinliyormuş.. TBMM’de muhalefetin “bizi dinlemiyorsunuz” diyerek pankart açtığı, Başbakan ve muhalefet liderlerinin birbiriyle görüşmediği, iş yerinde patronla çalışanın, evde ana babayla çocukların birbirini dinlemediği bir ülkede… Birilerinin herkesi gizli gizli dinlemesi… Ne büyük bir çelişki! Ne tuhaf bir tezat! Gülünecek ve ağlanacak sınır geçilmiştir, ebleh ebleh bakmamızın zamanıdır.