Nuran YILDIZ

BAŞKASIYLA ALDATSIN AMA BAŞKASINI SEVMESİN!

----- 04.12.2009 - 00:01 -----

Aslında durum alışıldık. Aldat aldat bitmiyor ya da aldatıl aldatıl bitmiyor. Hiçbir cephede yeni bir şey yok.

Yeni bir şey yok ama yeni tartışma alanları var. Mesela şarkıcı Bengü Esquire’daki söyleşisinde şöyle demiş: “Bir kadın sevdiği erkeğin başka bir kadını fiziksel olarak arzulamasından çok, o kadına aşık olmasından korkar.”

Saptama doğru. Kadın adama “Beni nasıl aldatırsın?” çığlığını attığı sırada zihnini asıl kurcalayan ve içini asıl oyan sorular “Yerime koyduğun o kadın kim?” ve “Ona aşık mısın?” sorularıdır. Bu iki soruyu sormak, “Beni nasıl aldatırsın?” sorusunu sormaktan daha zordur.

“O kadın kim?” sorusu kadını kendisini sorgulamaya ve kıyaslamaya götürür ki bunu göze alabilecek kadın sayısı fazla değildir.

“Ona aşık mısın?” sorusu ise kendisi için ölümlerden ölüm beğenmekle eş anlama gelir.

Kadın zekidir. Ucu kendisine dönük o iki soruyu sormak yerine, ucu adama dönük “Beni nasıl aldatırsın?” sorusunu tercih eder.

Oysa aldatılan erkek bu soruların hiç birini sormaz. Ağız dolusu “Seni o…” deyip çıkar işin içinden. Hiç üstüne sorumluluk alıcı durumda kalmaz.

Peki “Beni nasıl aldatırsın?” kriz anında yapılması gereken nedir? O anlarda adamın ağzından çıkacak laf önemlidir.

Ya sonuna kadar inkar eder. Ki bu yöntem halk arasında “Adnan Şenses taktiği” olarak bilinir. Aldatma kanıtının gücüne göre bu yöntemin tutup tutmayacağı belirlenir.

Bu durum kadını asla ikna etmez ama ikna olmuş görünmek çoğu kez işine geldiğinden kabullenir. Erkek kendini kurtardığını düşünür ki esas kabus o zaman başlar. Kadın her fırsatta adamın etinden et koparmayı iş edinir.

Ya da adam “Şeytana uydum bir daha olmaz” diyerek diğer kadını derhal şeytan kadrosuna yazdırır. Bu yanıt kadın için kabul edilebilir bir şeydir. Suçlu “kötü kadın” bulunduğundan, “bir defa yapma potansiyeli olan adam başka defalar neden yapmasın ki” sorusunun üzeri bile açılmaz. Bu yanıt ilişkiyi yaralasa da bandajla yola devam etmesini sağlar. Kadın ara ara “Benden nesi farklıydı?” türünden sorularla işkencenin ömrünü uzatmaya devam eder. Oysa aldatılmak için bir şeyinin farklı olması gerekmez, bunu anlaması da zordur.

Adam soru karşısında susar ya da “elimde değildi, onu seviyorum” diyebilir. Suskunluk da, “onu seviyorum” da aynı kapıya çıkar. Gönül başka limana demir atmıştır.

İşte o saatten sonra yazının girişindeki “adamın başka kadına aşık olma” durumu orta yerde ağır ve ölümcül bir yara olarak durur. Kadının ilk anda dışa vurduğu duyguları bir deprem anıdır yalnızca. Artçı şoklar sonradan gelir.

Dışavurum bittiğinde daha vahim bir süreç başlar. Kadının kendi kendisiyle kurduğu iç iletişim. Önce kendisinde kusur bulur. İlk göze çarpan kusur da hep vücudu olur. Parası ve zamanı yetiyorsa estetik merkezlerinde alır soluğu. Estetik merkezleri değişimin kolay yoludur. Ruhu yenilemektense bedeni yenilemek seçilir!

Yetmez, kafasında adamla diğer kadını birlikte düşündüğü sahnelerin senaryo yazarlığına başlar. Senaryoda öteki kadın hep şuh, kötü ve öldüresiye baştan çıkarıcıdır. Ne yaparsa yapsın adamın başkasını sevmesi ömür boyu altından kalkılamayacak bir sorun yaratır. Terapi ancak bu sorunla baş etmeyi sağlayabilir ama sorunu çözmeyi sağlayamaz.

Eğer bir kadından ya da adamdan intikam almak istiyorsanız ona yalnızca başkasını sevdiğinizi söyleyin. Bu cümle ucu zehre batırılmış bıçak gibidir. İlk anda derin olmayan bir yara gibi görünse de zamanla öldürücüdür.

BAYRAM DEMEK AİLE DEMEK…

Bir kez daha fark ettim ki bayramlar “aile”yi bir araya getirdiği için güzel. Herkese kendi “aile”sinin sınırlarını yoklama, büyüklüğünü, kalabalıklığını yeniden fark etme fırsatı veriyor.

Ya da tam tersi, bayramlar yalnızlığın, kalabalıksızlığın ve elbette ıssızlığın büyüklüğüne çarpmamızı sağlıyor.

Çok sevdiğim bir arkadaşım “bu bayram memlekete gideceğim” dediğinde ve ardından teyzesinde kalacağını eklediğinde keyfin dudaklarımızda belirmesini sağlayan sihirli şey bayram.

Uzakta bir yerde teyzenizin olduğunu anımsatan… Bahane bulmaksızın yola düşmek için arkamızdan iten şey…

Kilometrelerce öteden, iki çocuğu ve eşiyle birlikte yalnızca 3 gün için kardeşimi yola düşüren şey...

Bayramın ilk gününü iki kardeşim, eşleri ve çocuklarıyla anne-babamızın evinde geçirdik. Ertesi gün hep birlikte bana geldik, sonra hep birlikte küçük kardeşime gittik. 7 kişiyi 5 kişilik arabaya üst üste sığdıran, hiç kimsenin sıkışıklıktan şikayet etmemesini sağlayan şeydi bayram.

Tüm aileyi üç ev varken bir evde toplayan… Ve gece üç eve dağılmak varken bir evde, dip dibe uyumamızı sağlayan şeydi bayram.

Görmelikti tam. Kanepelerde uyuyanlar. Kanepelerin sırt yastıklarından yere yatak yapıp halının üzerinde sabahlayanlar. Kimseyle yatmayan 17 yaşındaki yeğenimin şikayet etmeden birimizin yanına sokulmasını sağlayan şeydi bayram.

Ve sabah. Kahvaltı hazırlama telaşını yaşatan. “Ben yumurta yemem” diyenlerle, “Biber kızartmasına sarımsaklı yoğurdu unutmayın” diyenlerin seslerinin karışmasıydı. “Çocukların portakal suyu alındı mı?” diye sorarken biri, arada babamın “Ekmek yetecek mi, getireyim mi?” diye sormasıydı bayram.

Herkesin koşuşturup kimsenin yorulmamasıydı. Ocakta sürekli yemeklerin pişmesi ve diğer taraftan sürekli yemeklerin tükenmesiydi. Haftalardır dolu duran buzdolabının bir anda boşalmasıydı bayram.

8 kişilik masaya 11 kişinin sığmasıydı. Ailenin en küçüğü 18 aylık Aral bebeğin kahvaltı boyu kucaktan kucağa gezmesiydi annesi rahat kahvaltı etsin diye..

Aile üyelerinin soluklarının birbirine karışmasıydı ve annemizle babamızın gözlerinde beliren sessiz bir mutluluk çığlığıydı bayram.

Aile olmayı aileyle olmaya çeviren bayramlar hiç bitmesin.

AKLIMDA KALAN

“Yalnızlık grip gibi bulaşıcı” saptaması: Amerika’da 3 üniversitede araştırma yapılmış. Yalnızlaşan insanların çevrelerinde bulunan az sayıda insanı da bu yönde etkilediği ortaya konmuş. Odatv.com’daki ilk yazımda güvensizliğin domuz gribinden daha bulaşıcı olduğunu yazmıştım. Güvensizlik bulaşıcı olunca onun sonuçlarından biri olan yalnızlığın da bulaşıcı olması beni hiç şaşırtmadı.