Nuran YILDIZ

BİZ YAPTIK BİZ!

----- 14.12.2009 - 00:01 -----

Tokat’ta 7 genç şehit. 7 adam. 7 sevgili. 7 oğul. 7 çocuk. 7 kardeş. 7 abi. 7 evlat. Nereden baktığınıza göre değişir ölenlerin kimliği.

Cumhurbaşkanı. Başbakan. Başbakan yardımcısı. Devletin başı kısaca. “PKK yapmamıştır” diyorlar.

PKK “Biz yaptık” diyor.

Cumhurbaşkanı. Başbakan. Başbakan yardımcısı. İnat ediyorlar: “Sizi yaramazlar sizi, siz öyle kaka şeyler yapmazsınız.”

Böylesi görülmüş şey değil.

Ülke güvenliğinden sorumlu generallerin, subayların, gencecik teğmenlerin (İçlerinden biri harp okulu birincisi hatta),

Yargı mensuplarının, ağır ceza hakimlerinin,

Ulusalcı (ulusun bağımsız ve bütün olmasını savunan) aydınların, gazetecilerin, akademisyenlerin,

Laik düzenin altını oymakla görevli cemaatleri araştıran savcıların terörist muamelesi gördüğü bir ülkede gerçek teröriste terörist denir mi hiç?

Teröriste “terör eylemi yapmamıştır” diyenleri kim devletin başı yaptı? Biz yaptık, biz!

ÖZKÖK’Ü OKURKEN…

Diyorlar ki Ertuğrul Özkök suya sabuna dokunmuyor. Yaşlandı artık. Gidici, durumu idare ediyor. Gerçek nedir bilemem.

Bildiğim bu pazar Dan Brown’la ilgili hissiyatını okurken Özkök’le aramdaki okur-yazar ilişkisinin seyri.

Herkesin “suya sabuna dokunmuyor” dediği, aslında Özkök’ün içindeki Özkök’e dokunduğu pazar yazılarını daha çok sevdiğimi fark ettim. Pazar yazılarında kendi üzerindeki pasları kazıyor sanki.

Neden bunu ben yazmadım, benim kalemimden çıkmadı bu cümle, kızgınlığına daha çok düşer oldum kendine dokunduğu yazılarda. Kıskanırken yakaladım kendimi. Kendime suçüstü yaptım!

Onun hayatı eleyen yazılarını siyaset yazılarından neden daha çok seviyorum, düşündüm. Belki de gerçekten siyaseti kötü yazıyor. Ya da siyaset kötü olduğu için.

Ya da hiç biri değil. Özkök siyaset yazarken işadamı gibi yazmak zorunda kalıyor. Dengeleri gözetmek, dalgalarla sörf yapmak zorunda.

Siyaset yazan Özkök ne kadar eleştiri alıyorsa, geride bir yerde içindeki Özkök o kadar demleniyor. Demlenmiş halini alabildiğine soyunuk gözler önüne sermekten çekinmiyor pazar yazılarında.

Daha cesur siyaset yazan halinden. Daha meydan okuyucu. Daha eyvallahsız! Daha doymuş. Daha barışık. Daha huzurlu. Daha egosunun ayaklarına taş bağlanıp denize atılmış. Daha adam, daha çocuk kendini yazarken…

Böylesi demli bir adamın pazar yazılarından yüreğimize hayat damlıyor. Bir bardak suya damlayan kırmızı şarap gibi. İçimize yayılıyor.

İLK RADYO-INTERNET ATIŞMASINDA TARAFIM!

Televizyonlar arası, gazeteler arası ya da gazete televizyon arası atışmalar alışıldık. Kimse dönüp bakmıyor bile.

Radyo-Internet arası atışması ise yeni. Hatta ilkine siz bu satırları okurken tanık oluyorsunuz.

Sevgili Hakan Gündüz geçen cuma sabah yayında Tiger Woods yazımı diline dolamış.

Hakan Gündüz’ün ağzından çıkmak dünyanın en keyifli halidir. Hoşuma gider. Yine de adamda tekin olmayan bir yan var ki, dinlerken sebepsiz yüreğim ağzımdadır. Derken… Haklı çıktım.

Woods’un çapkınlığına zemin hazırlayan nedenleri sıraladım ya geçen cuma: Yakışıklı. Başarılı. Zengin. Genç. Karizmatik vs.

Hakan Gündüz’e göre dolaylı yoldan bir adamda kendi beğendiğim nitelikleri sıralıyormuşum. Hiç değil! Benimkisi yalnızca durum tespiti.

Şimdi ben de asistanımın facebook’tan elde ettiği Hakan Gündüz’ün onay verdiği bayanların ortak özelliklerini sıralasam iyi mi? Yapmam, bana yakışmaz.

Yine de sevgili Hakan Gündüz bir yerde haklı. Karizmatik bir adama hayır demek öyle her kadının harcı değildir. Kim istemez ki?

KİM DERDİ Kİ BİR İMAMA ÖZENECEĞİM!

İmamlar boş zamanlarını “Aman hanımın başını kapat, aman kıza açık giydirme” demekle geçirirler sanırken.

Büyük Piyale Paşa Camii imamı!

Boş zamanlarında sedef kakma işi yapıyor. Yaratıcı!

Dalgıçlık yapıyor. Araştırmacı!

Okçulukla uğraşıyor. Hedefe kilitlenmiş!

Kung-fu yapıyor. Mücadeleci!

Ya ben? Onca koşuşturma arasında iki yıldır yoga yapmaya fırsat bulamıyorum. Yoga hocası Özlem Hanım sonunda bana yoga yaptırma kararlılığından pes edip bulunduğum diyarı terk etmiş durumda.

İmama imreniyorum. Adama onca olumlu sözcük sıralarken kendim için aklımdan ne olumsuz sözcükler geçiyor: Tembel. Üşengeç. İhmalkâr.

NÖBETÇİ FİLOZOF

Ülke Tv’de izledim. Programın adı “Nöbetçi Filozof.” Ekranın altında programın adını görünce orada durdum. Pazar pazar az felsefe iyidir diyerek.

Toplamda kullanılan sözcük sayısının 50’yi geçmediği televizyon dünyasında felsefe üzerine bir program. Adamın köpeği ısırması gibi sıra dışı bir durum!

Stüdyoda 4 konuk. İzlediğim bölümdeki ana karakter Doç. Dr. Ayhan Çitil.
Hukuk felsefesi konuşuluyor. Kant ve Fichte üzerinden. “Ben”, “nesne”, “temsili olan”, “iradi olan”, “free labor”, “suje” kavramlarına gömülmüşler.

Milliyetçiliğin kavramlaştırılmasında önemli yeri olan ideolog Fichte’nin nesne, mülkiyet ve devlet ilişkisi enine boyuna tartışılıyor.

Hegel’in “aklın somut hukuk kurallarında kendini var ettiği” ve “sonul neden olarak birey devlet” düşüncesi bile elden geçiriliyor. Konu ağır mı ağır.

Felsefenin en zor kazı alanları olan Kant, Fichte, Hegel’i tv ekranında çerez kıvamında tartışıyorlar. Kim dinliyor, kaç kişi dinliyor umurlarında değil.

Ne lüks dedim kendi kendime. Yayıncılık açısından ne lüks! “Ali okula gel” cümlesine bir sözcük daha katınca sıkıcı olunacağını düşünen diğer kanallarla kıyaslayınca gerçekten de ne lüks!

AKLIMDA KALAN

Azeri işadamı Mansimov’un bayrak hediye ettiği adres: Mansimov İstanbul Modern’de düzenlenen açık artırmada el işlemeli 85 yıllık Türk bayrağını 650 bin liraya satın almış. (El işlemeli ya da kağıttan, bence her bayrak aynı değerdedir.) İşadamı satın aldığı bayrağı TSK’ya hediye edecekmiş. İşte bu üzerinde durulması, düşünülmesi, analiz edilmesi gereken bir durum. Hem “Vatanı sevmek TSK’nın tek elinde değil” denilecek hem de bayrağı hediye etmeye değer makam olarak TSK görülecek.

Normalde bu bayrağın hediye edilmesi gereken makamın Cumhurbaşkanlığı olması gerekmez miydi? Kafam karıştı.