Nuran YILDIZ

YÜZÜMÜN KIZARDIĞI AN…

----- 05.03.2010 - 00:01 -----

Dileğim insan yüzünün mahcubiyetten kızarmasıdır, utançtan değil.

Geçen hafta sonu benim yüzüm kızardı. Hem de çok! Kulaklarıma kadar. Hatta parmak uçlarıma kadar!

Hem de mahcubiyetten değil, utançtan! İnanmayacaksınız ama aynen öyle. Utanç anı diye bir şey varsa işte onu bizzat yaşadım.

Her zaman “Tanrı beni sevenlerimin ilgi ve iyiliğinden korusun” derim. Ne zaman onların ilgi ve iyiliğine mazhar olsam mutlaka faturasını ben öderim.

“Senin için ne yapabilirim?” diyenlere de o yüzden hemencecik “Benden uzak durun o bana yeter” yanıtını yapıştırıveririm.

Olayı anlatayım. Geçen hafta sonu. Bu konuyu yazıp yazmamakta bir haftadır düşünüyordum. İşte yazıyorum.

Bu can sıkıntısı günlerde düşün düşün olmuyor. Sıkıl sıkıl kendini tüketiyorsun. Bir arkadaşımın defalarca “hadi hadi” demesinden, en sonunda da “hadi amaaa” saldırısından bıkkınlık getirerek arkadaşlarımızın işlettiği bir bara gidiyoruz. Bar muhabbeti ve ben birbirine asla uymaz oysa. Ya dostlarla salaş meyhane ya da iş konuşulacaksa düzgün bir restoran gece hayatımın özeti bu. Yani demode bir durum bendeki.

İsteksizce arkadaşımın arabasına binerken “Bir saatten sonra benim uykum gelir” demem işe yaramıyor, “bak ama tam eğlencenin kıvama geldiği saatlerde ben saate bakmaya başlarım” diyorum nafile.

Arkadaşlarımızın mekanına vardık. Canlı müzik çınlatıyor ortamı. Üstelik performans ortalamanın çok üzerinde.

İşletmenin sahibi Zafer ve Devrim yanımızda dikiliyor. Tıklım tıklım mekanda korunuyoruz güya.

Neticede orada da muhalif durmak olmuyor, kendimizi müziğe bırakıyoruz… Gülüyoruz, şakalaşıyoruz… Ki bir ara mekanın duvarlarında adımı duyar gibi oluyorum. “Yok” diyorum “ne alâka, yanlış duymuş olmalıyım, ad benim ama soyadı değil. Yok soyadı benim ama adı yanlış anladım..”

Daha ne olduğunu anlayamadan ağzına kadar dolu mekandaki herkesin bana baktığını fark ediyorum. İnanmak istemeyerek ben de onlarla birlikte arkama bakıyorum. Arkam duvar. Demek ki bakılan kişi benim. Sonra sahnedeki sanatçının elindeki şampanya kadehiyle beni gösterdiğini fark ediyorum. Hedefteyim. Bana teşekkür ediyor. Şampanya için!

Ben! Sanatçıya şampanya patlatmışım o an anlıyorum ama zihnim bu durumu kabullenmeye direniyor. “Yok” diyor, “mümkün değil!” Ben asla öyle bir saçmalığın öznesi olamam. Oldum mu yoksa bakışlarıyla arkadaşlarıma bakıyorum. Olmuşum.

Arkadaşlarım bara gittiğim o geceyi unutulmaz kılmak için böyle bir şaka yapmışlar. Bilirsiniz şakadan, sürprizden nefret ederim.

Yüzüm utançtan kıpkırmızı, masanın altına saklanmaya çalışıyorum. Kaybolmak, yok olmak, erimek her ne olursa… Ama orada o bakışların altında olmamak istiyorum. Benim kıvranmam bizimkileri daha çok eğlendiriyor.

“Bir medya dedikodu sitesine versek mi?” diyor biri, masanın altından sesleniyorum “onlar bu haberle ilgilenmez ama cemaat medyasında pek tutar.”

Hep dalgasını geçtiğim, zaman zaman aşağıladığım bir olayın bizzat öznesi oldum o akşam ben. Büyük lokma ye, büyük laf etme derler ya o hesap. Masanın altında kalmaya kararlıydım ki, çektiler kolumdan, çıktım.

Elbette o geceyi unutmamamı sağladılar. Ve elbette şampanyanın parasını ödemedim…

ATLADIM…

Geçen çarşamba yoğunluktan ve yorgunluktan atladım. Hani Başbakan CHP’yi “Malta sürgünlerine benzetiyorsun ama ben de sana Dersim sürgünlerinin belgelerini açıklarım” diyerek tehdit etmişti ya..

İçimden demiştim ki Baykal bu tehdidi/blöfü görmeli ve çıkıp “Açıkla o belgeleri Sayın Başbakan. Eğer o sürgünler olmasaydı bugün sen o kürsüden ahkâm kesiyor olamazdın!” desin. Demedi.

PANİK!

Aslında okurlarla fazla muhabbete girmemek en iyisi. Kimin kim olduğunu bilmemek konfor. Her geçen gün buna daha çok inanıyorum.

Geçen hafta okurlarımdan biriyle e-postalaştık (bu sözcük benim). Çünkü içinde Kenan Doğulu geçen rüyama öyle bir yorum yapmış ki sanırsınız medyum. Doğal olarak e-postasını yanıtladım. Yanıtladığıma pişman oldum. Öğrendim ki kendisi bir beyin cerrahı!

Şimdi…

Hepimizde bir tane olan, bazımızda hiç olmayan.. En girift.. En hassas.. Girintili çıkıntılı… Binlerce sinirin kördüğüm olduğu bir organı ellerinde tutan biri!

Gel şimdi rahat rahat yazmaya devam et. Evet biliyorum benim okurlarım çok özel. Ya eğitim düzeyleri ya nitelikleri ya da ikisi birden fazlasıyla yüksek. Yine de insan aralarında bir beyin cerrahının da olduğu okur kesimine yazarken gerilmeden edemiyor. Ya şimdi gerilmekten iyi yazı çıkmazsa? O beyin cerrahı hiç suçluluk hissetmeyecek mi?

AKLIMDA KALAN

Aktör Barış Falay’ın kadınlar hakkındaki sözleri: Barış Falay kadınlara öyle doğru önerilerde bulunmuş ki aslında “Haftanın Dersi”ne görelikti. Bu hafta “Haftanın Dersi” başka birine ayrılmış olduğundan Falay’ın sözleri de bu köşede yer buldu. Falay kadınlara öneriyor: “Hesapçı olmasınlar. Kendilerini ve adamları rahat bıraksınlar, kimseyi evlenmeye zorlamasınlar, kafeslemeye çalışmasınlar. Tamam gelecek önemli ama bir de ‘şimdi’ var, ‘şimdi’nin gücüne inansınlar, kıymetini bilsinler. Ve biraz gevşesinler. Evet Türk kadınlarına en önemli önerim bu olacak: Gevşesinler! Hep çok daha ileriye hedef koymak öğretiliyor bize, oysa bu anı yaşamak, onun tadını çıkarmak bizi hedefe götürür. Bu şuna benziyor: “Ben şöhret olacağım” deme. Saçma çünkü. Sen işini en iyi şekilde yap, yaparken keyif al, zaten olursun şöhret.”