Nuran YILDIZ

KERPİÇ BİZE UZAK DEĞİL…

----- 10.03.2010 - 00:01 -----

Sanki ilk kez duymuş gibi atlamış medya kerpiç sözcüğünün üstüne. Oysa kerpiç bize çok tanıdık.

Türkülerimizden tanıdık. Türkülerimizin gözden kaçan sözcüğü. Alt alta sıralasanız hatırlarsınız:

“Kerpiç kerpiç üstüne kurdum binayı” diye tutturabilirsiniz…

“Çıktım kerpiç duvara, el ettim nazlı yare” diye başlayıp, “Kerpiç duvar taşlıdır” diye devam eden türküyü bilmez misiniz?

“Kerpiç duvar yan uçtu” türküsüdür tam bugünlerde söylenecek olan…

Kerpiç. Romansı bir sözcüktür. Türkülerden bilmezseniz de Fakir Baykurt romanlarından bilirsiniz.

Elazığ’da hepimizin üzerine uçan kerpiçi Ankara’nın yanı başında damındaki bacadan incecik sızan dumanıyla görebilirsiniz.

O incecik duman tek göz odanın ısındığının işaretidir. Yoksulluğun, kimsesizliğin. Var olup da görünmez olmanın işareti. Üzerimize uçmasa Elazığ’da, orada olup da görmemeye devam ederiz. Bağırmaz çünkü… Duyacağımız yırtık sözleri bilmez çünkü…

Ah biz…

Dün baktım da depremle ilgili gazete başlıklarına… Yine boşuna, yine pisipisine ölmüşüz…
“Deprem değil, kerpiç” demiş gazetenin biri, diğeri o fikirde değildi, “Kerpiç değil, ihmal” yazmıştı. Kimlerin “ihmal”i, oraya girmiyordu bile. İhmal ete kemiğe bürünmüyordu.

Ölümün faturası gariban kerpiçe çıkmıştı gazetenin birinde, diğerinde katil bizzat kerpiçin kendisiydi.

Öbür gazetelerde depremi yapan da kerpiçti, mezar olan da…

Bulmuşlardı ya sahipsiz, yoksul ve sessiz bir sözcük, kendi günahlarından öylece yıkanmışlardı.

Ah biz…

Başkasına kedi, kendimize canavar olan biz…

Patrondan alamadığımız hırsı gelip evdeki çoluk çocuktan çıkaran biz...

Yüzsüzlük siyasetimizde ne kadar varsa medyamızda da o kadar var bilesiniz… Sokakta ne kadar varsa evde de o kadar var…

İçi toprak, dışı topraktır ama ayakkabıların kapı önünde çıkarıldığı temiz evlerin yapı taşıdır kerpiç. Yabancı gibi, bilmiyor gibi durmanız, işe yaramaz. Kimseyi kandıramazsınız çünkü daha ahşap evleri, betonarme evleri görmeden içinden geçtiğimiz korunaklardır kerpiç, mağaradan çıktığımız günlerden beri.

Onca insan kerpiçten ölmüş Elazığ'da. Çoğumuz kerpiçi ilk kez duyar gibi yapmışız. Ölmüşüz yine ders çıkarılmayan ölümlere yatmışız, siyasetçilerin hiç suçu yokmuş.

Öldüren kerpiçmiş, dünya ekoloji gereği kerpiç evlere dönerken.. Siyasetçilerin hiç suçu yokmuş…

BEKLEDİM AMA OLMADI

Balıkesir’de kömür ocağında grizu patladığında malum cemaatin yorumu akıllara durgunluk verecek türdendi. Kömür ocağındaki patlamayla Balyoz’dan gözaltına alınan komutanlar arasında bağlantı kuruyordu, hatırlarsınız.

Elazığ’daki depremden sonra dikkat kesildim, bekledim.

Balıkesir’le İstanbul adliyesi arasında bağlantı kuran cemaat medyası için deprem bulunmaz fırsattı.

Elazığ, malum Erzincan-Erzurum ve Ergenekon soruşturmasına koordinat olarak çok daha yakındı. Yine bir bağlantı kurmak fazlasıyla muhtemeldi.

AKLIMDA KALAN

Geçmiş zaman olur ki söylediğiniz söz gelir sizi bulur düşüncesi: 13 Ekim 2009. TRT Türk’te “Konuşacak Çok Şey Var” programındayız. Konu 3 gün önce imzalanmış olan Ermenistan Protokolü. Program arkadaşlarım fazlasıyla iyi niyetli, soruna adeta çözülmüş gibi bakıyorlar. Hatta biri protokolün maddelerini okuyor. İnatla ve ısrarla diyorum ki “Bu protokol sorunu çözen değil tam tersine derinleştiren bir protokol. Belirsizliklerle dolu.” Arkadaşlarım beni muhalif olmakla suçluyorlar. Oysa benim bildiğim belirsizlik, çözüm istenen durumlar için en büyük yaradır. Sorunu bir süre için örter ama sonrasında daha büyük bir sorun olarak karşınıza gelir. Bu temel ilkeyi o gün Ermenistan Protokolüne uygulasaydınız ve de Ermenistan’ın tarihin her döneminde yapıcı değil, sorun çıkarıcı karakterini ve Türkiye nefretini ekleseydiniz bugün olanlar hiç yaşanmayabilirdi.