Nuran YILDIZ

UÇAK ÇAPKINLARI

----- 09.04.2010 - 00:01 -----

Bulduğu her çapkınlık dersine kendisini gönüllü yazdıran ve aslında buna hiç gereksinimi olmayan bir arkadaşım anlattı.

Ona da çapkınlığıyla meşhur bir başka arkadaşı anlatmış. Dedim ya bizimki bu tür konularda gönüllü kursiyer.

“Diyelim ki bir hostesi çok beğendim” demiş ve eklemiş “son zamanlarda güzel hostes sayısı pek fazla değil ama…”

Bizimki kulak kesilmiş. “Alıyorum elime uçaktaki şikayet formunu. Havayolu şirketinin hizmetlerinden ve hosteslerinin servislerinden ne kadar memnun olduğumu güzel sözcükler döşeyerek yazıyorum. Sonuna da cep telefonumu kocaman rakamlarla ekliyorum.”

Bizim kursiyer safça sormuş: “İyi de oğlum o formları zaten kapalı teslim etmiyor musun?”

“Elbette kapalı teslim eden senin gibi saflar da arada bir çıkıyor ama işin sırrı burada, tam tersine tam da telefon numaran görünecek şekilde hostese uzatıyorsun.”

“Sonra?” demiş bizimki.

“Sonrası bekliyorsun. Eğer hostes de seni vakit geçirmeye değer bulmuşsa bir süre sonra seni arıyor ve ‘Hakkımızda yazdığınız güzel şeyler için şahsen arayıp teşekkür etmek istedim’ türü bir şeyler söylüyor. Gerisi sana kalmış.”

Kıssadan hisse bir; Çapkınlıkta kararlıysa Abbas, bağlasan durmaz.

Kıssadan hisse iki; Ağaca çıkan keçinin dala bakan oğlağı olur (Bkz. TDK, Atasözleri Sözlüğü)

BU AKŞAM DA FASIL VAR İSTANBUL’DA…

Fehmi Koru-Erhan Köknar organizasyonu meşhur fasıl bu akşam (cuma) Sait Halim Paşa yalısında. Biraz durumu gammazlamak gibi oldu ama ne yapayım herhalde davet edilmediği halde “Ben geldiiim” diyen yüzsüz biri çıkmaz oralarda.

Çağrılar şahsa özel gidiyor. Demek istiyorlar ki yanınızda birini getirmeyin. Yama yapmasınlar yani. Haklılar. Davetsiz oldukları halde “Ben de oradaydım” demek için bacadan girmeye hevesliler o kadar çok ki, faslı amacından saptırıyorlar.

Lütfedip beni de davet etmişler yine. Gidemeyeceğim. Çünkü;

Bir, “Nuran Yıldız da yandaş oldu” algısı yaratmak istemiyorum. Bu algının bu ortamda işime yarayacağını bile bile hem de. Bendeniz iktidarda kimin olduğundan bağımsız olarak yandaş sözcüğüyle yan yana durmuş, durabilmiş, durabilecek biri değilim. Ne yazık!

İki, hiçbir zaman beni Ankara’dan kaldırıp İstanbul’a götürecek kadar görünür olma heveslisi olmadım. Olsam iyi olmaz mıydı, olurdu.

Üç, kim gelmiş, kim gitmiş merakım hiç yok.

Dört, geçen defa olduğu gibi “sürpriz konuk” olarak yine Ahmet Arsan’ın diline düşmek istemiyorum.

Sırf bu saçma sapan gerekçeler yüzünden, bir de imaj yanılgısı yaratmamak için, Melihat Gülses’li bir fasıl ziyafetinden, Fehmi Koru’nun müthiş ev sahibi ilgisinden kendisini mahrum etmiş akılsızın birini okuyorsunuz şu anda.

ACEMİ RESSAMLAR

Üniversitemizin resim kursuna katılan öğretim üyelerinin sergisi vardı iki gün önce.

Ressamlardan biri pek sevdiğim bir hoca. Kendisi de nüfuslarına dahil etmek isteyecek kadar sever beni. Ya gerçekten öyle hissediyor ya da oğlu iyi okurum olduğu için annelik güdüleriyle hareket ediyor, orasını bilemem.

Sergi açılışına gittim. 17 ressamın iki ortak noktasının olduğunu fark ettim. Birincisi, konu olarak kadınları seçmeleriydi. Çoğu kadın olan ressamlara neden erkek çizmediklerini sordum. Kursu düzenleyen ve iyi bir ressam olan hocamızın yanıtı “Kadın vücudu daha estetik” oldu.

Gerçek neden kadın bedeninin daha estetik olması mı, yoksa kadın formunun ressam hatalarını gizleyebilmesi mi, emin değilim. “Estetik beden” dendi mi benim aklıma David’in bedeni gelir oturur. Floransa’daki orijinal David’in karşısında mıhlanmış gibi otururken, aklımdan geçen şaşkınlık sorusu, bir ayağın küçük parmağı bu kadar estetik olabilir miydi?

Bence erkek ressamların kadın bedeninde bulduğu estetiği kadın ressamlar da erkek bedeninde bulabilmeli. Mesela günümüzün önemli kadın ressamlarından Francoise Nielly’nin erkek çizimleriyle kadın çizimleri arasında estetik fark neredeyse kaybolmuş gibidir.
İkincisi, ressamların resimleriyle kurduğu ilişkiydi. Çok beğendiğim birkaç resmin ressamlarına doğal olarak sordum “Bu resminizin satış rakamı nedir?” Üzerinde yazmıyor çünkü.

Evine Yalçın Gökçebağ dışında orijinal resim sokmamaya kararlı ben, şevke gelmişim, beğenmişim almak istiyorum. Ressamın yanıtı “Ama o satılık değil ki.”

“Peki bu?” diyorum, yanıt “O da satılık değil” oluyor. Hiçbir resim satılık değil! Ressamlar “Nasıl satarım, onlar sanki çocuklarım gibi” diyorlar. Sanki canlarından can istiyorum!

Gerçek ressamlarla amatör ressamlar arasındaki temel farkı buldum gibi. Gerçek ressam (doğru adlandırma bu mu emin değilim) yaptığı resimle arasına mesafe koyabilen, amatör ressam da yaptığı her resimle çocuk doğurduğunu sanan oluyor.

AKLIMDA KALAN

Araba kullanırken ensen kaşınırsa kaşımayacaksın deneyimi: Bugün aklımda kalan biraz gülelim bağlamında. Otomobil kullanırken sağa sola bakmam. Yan arabalardaki insanlarla göz göze gelme riskine girmek istemem. Dahası sabah sabah tonlarca makyajı yüzüne yapıştırmış kadınları görmekten de hoşlanmam. Nasıl oluyor da o kadar vakti bulabiliyorlar hayret. Bir de tabii, “erkekleri ne çirkin bir toplumuz” düşüncesini aklımdan geçirmek istemediğim için yalnızca önüme bakarım. Yine öyle, gözlerim öndeki arabanın cismine kilitli gidiyorum. Ensem kaşındı. Enseniz kaşınınca ne yaparsınız? Başınızı hafif yana eğer, ensenize el atarsınız. Öyle yaptım. Öyle yapmamla birlikte yandaki arabayı süren adamla göz göze geldim. Onunla göz göze gelmemle birlikte başımı hızla çevirdim. Hızla çevirmemle birlikte saçlarım savruldu. Adam tarafından benim taraf nasıl görünüyor tahmin edin. Beyefendi milim ilerlemiyor. Duruyorum duruyor, gidiyorum gidiyor. Kıssadan hisse, kadın sürücüler yolda enseniz kaşınırsa sakın elinizi atmayın!