Nuran YILDIZ

OLAĞANÜSTÜ DUYGULAR YAŞAMAYAN ADAM…

----- 23.06.2010 - 00:01 -----

Haftalarca önce adını kahramanlarım arasında saymıştım. Suçluyu övmek suçunu işlemiştim kimilerine göre. İlhan Cihaner. Serbest bırakıldı.

Zihinlerinde ve senaryolarında onu çoktan mahkum ilan edenler bu durumdan rahatsız.

Varsın rahatsız olsunlar, biz keyfimizi de keyifsizliğimizi de başkalarının mahkumiyeti üzerine kurmayız.

Dosyası aylardır İstanbul, Erzurum, Diyarbakır arasında gezdirilmekteyken o şimdi yüzünde nazik bir gülümsemeyle geziniyor sokakta…

Islık da çalıyor mudur? Sanmam. Hissettiklerini görünür kılmayan bir adam. Çalsa yakışır aslında.

Görevi ve suçu aynı olan bir savcı olarak yazacak Türkiye ve yargı tarihi onu. Görevi ve suçu “cumhuriyeti savunmak” olan adam.

Tam yorulurken biz, nasıl durulacağını gösterdi, baskı altında. Bağırmadan. Dik durarak. Mağrur bakarak. Hafif sitemkâr gülümsemesiyle. Yargıya güvenerek. Kendine de.

Ki… Aylar önceyi anımsıyorum. Makam odasında. Erzurum’dan gelmişler, “Tutuklayacağız” diyorlar. Şaşkın. Durum, sütü siyah gibi görmek gibi bir şey çünkü.

“Bu yaptığınız yasa dışı, direneceğim” diyor, direnmiyor ama. Direnebilir oysa, “yasa dışı” dediği işi yapanları tutuklayabilir. Yapmıyor. Yargı yara almasın diye..

Senaryo direncinden büyük sanırken... Direnci senaryodan büyükmüş.

Başsavcı Cihaner, serbest ama sevindirik değil. Yaşadıklarının ağırlığı var üzerinde. Kameralara da bir şeyler söylemek gerek ya, hukukun yerini bulduğunu belirtip, “Ülkemiz öyle bir hale geldi ki artık olması gereken bile sanki olağanüstü bir şeymiş gibi algılanmaya başladı. Onun için olağanüstü duygular yaşamadım” diyor.

Cihaner.. İsyan etmiyor. Hesap sormaktan söz etmiyor. Tehdit etmiyor… Hakkında dosyalar dizilen pek çok onurlu insan gibi…

Cumhuriyeti koruyanlar tıpkı Cumhuriyeti kuranlar gibi olağanüstü işler yaparlar ama olağanüstü duygular yaşamazlar zaten…

GÜNEŞ GÖZLÜĞÜ ÇIKMAZI

Siyasetçiler. Bürokratlar. Şöhretler. Şöhretimsiler.

Güneşte. Gölgede. Gündüz. Gece. Kapalı mekanda. Açık mekanda. Cenazede. Eğlencede.

Gözlerinde güneş gözlüğü.

Birileri onlara “böyle daha karizmatik oluyorsun” diyor olmalı ya da “daha önemli biri gibi görünüyorsun güneş gözlüğüyle.”

“Güneş gözlüksüz çıkmıyorum abi” “mood”undalar her zaman.

İyi… Hoş… Da…

Biri de onlara desin ki “Güneş gözlüğü yabancılaşma efekti yaratır, yabancılaşınca da karizma olsan ne olur, önemli olsan ne olur?”

Hatırlatayım dedim…

İlhan Selçuk'u uğurlarken haberturk.com'da 13.02.2009 tarihinde yer alan yazımı sizlerle paylaşmak istedim.

DIŞARIDA ESEN ACAYİP RÜZGAR

Dün akşamdan bu yana Ankara’da rüzgâr esiyor. Rüzgâr fırtına arası bir şey. Öyle delice esiyor ki yürümekte zorlanıyor insan. Birine ya da bir yere sığınmak istiyor.
Ağaçların kocaman dalları bir yatıp bir kalkıyor. Kapıdan çıkıp arabaya binene kadar etekler savruluyor, saçlar uçuyor, karışıyor, darmadağın oluyor.

Öyle bir halde, güç bela arabama binebiliyorum. Dikiz aynasından bakınca yeni nesil bir çılgın modele benziyor benim de saçlarım. O an, aynada saçlarıma rüzgârın verdiği şekli görünce İlhan Selçuk’un gözaltına alınma nedenlerinden biri olan konuşması aklıma geliyor.
O konuşmadaki bir cümle zihnimin oltasına takılıveriyor. İlhan Selçuk kadınların örtünmesini özgürlük olarak yorumlayanlara diyordu ki “Bir kadının saçlarının rüzgarda dağılmasıdır özgürlük..”

OKURLARIMA NOT:

Siz bu yazıyı okurken yurt dışında olacağım. Büyük olasılık cuma yazısını yazma zamanı da bulamayacağım. Bu aksilik için özür dilerim. Mutlaka telafi edeceğim..

AKLIMDA KALAN

Geçen akşam izlediğim “Gattaca” adlı film: Filmin adında beni çeken bir şey yoktu ama oyuncuları yeterince çekiciydi. Uma Thurman, Ethan Hawke ve Jude Law başroldeyse kayıtsız kalabilir misiniz? Kalmadım, izledim. Filmde temizlikçi Vincent “Gattaca projesi”ne dahil olup uzaya gitmek istiyor. Yaşamını bu amaca adamış. Gerekli tüm bilgileri yalayıp yutmuş. Gelin görün ki “üstün genetik yapı”ya sahip değil. Projenin gerektirdiği gibi üstün insan değil. Genetiği üstün bir adamı buluyor. Tekerlekli sandalyeye mahkum Jerome’u. Onun genlerini kiralıyor. Önce görüntüsünü adama benzetiyor. Boyunu onun kadar uzatmak için acılı işlemlerden geçiyor. Saç, göz aynı. Jerome bizimkine, görüntüsünü vermekten başka genetik yapısını da veriyor. İdrarını veriyor. Kanını veriyor. Saçını veriyor. Dokusunu veriyor. Parmak izini veriyor. Bizimki de laboratuarda örnek istendiğinde Jerome’dan aldıklarını veriyor. Nasıl yaptığını, laboratuarı nasıl kandırdığını anlatması uzun. Sonuçta adını vermeye sıra geliyor. Her şeyini aldığı Jerome’a “Artık Jerome benim, adını da almam lazım” diyor. İşte o an, sessizce tüm istenenleri veren Jerome irkiliyor. Tereddüt ediyor. Sinirleniyor. O an aklıma Başbakan Erdoğan’ın “Recep Bey” hitabı karşısındaki tepkisi geliyor. İnsanlarla isimleri arasındaki psikolojik ilişkiyi analiz eden bir bilimsel araştırma var mıdır acaba?