Nuran YILDIZ

MUSTAFA KEMAL’İ SEVMEK…

----- 29.10.2010 - 00:01 -----

Bora. 8 yaşında. Hani şu “onun halasıyım” diyerek kendimi ona göre tanımlatan çocuk.

Onunla konuşmayı seviyorum. Kızları, Galatasaray’ı, derslerini… Birçok şeyi.

Geçen hafta sonu. Bana gelmiş olan bir çiçek üstüne laflamaktayız. Çünkü önümüzde duran çiçek ikimizin de hoşuna gidiyor.

“Tatlım” diyorum, “İkimiz bir çiçekçi dükkanı açalım. Ben buketleri yapayım, sen de adreslere teslim et, olur mu?”

“İmkansız, olmaz” diyor, “Ben asla ailemden ayrılmam!”

Çalışmanın aileden ayrılmak olduğuna inanıyor. “Bak baban da çalışıyor, ailesinden ayrılmış olmuyor ki” dediğimde, “Tamam o zaman” diyor, “Ama önce ödevime yardım etmelisin.”

Anlaşıyoruz.

Öğretmenleri 29 Ekim nedeniyle Atatürk’ten bir anıyı sınıfta anlatmalarını istemiş. Babası bir anı bulmuş, önüne koymuş. Bizimki de anıyı ezberlemiş. Dinlememi istiyor ki alıştırma yapmış olsun.

Başlıyor anıyı ezberinden okumaya… “Atatürk bir gün güreş tutan askerleri izliyormuş. Herkesi yenen bir askere ‘hadi bir de benimle güreş tut bakalım’ demiş. Asker de ‘Aman Paşam’ demiş, ‘Sen 7 düvelin sırtını yere getirdin, ben seni nasıl yeneyim?’ ”

Ezberi iyi. Ama bir şey eksik. Ezberindeki cümlelere öyle bir odaklanıyor ki atlamamak için anlattığı şeyi anlamıyor. Kuru kuru anlatıyor, hissetmiyor.

“Bak tatlım” diyorum, “çok güzel anlattın ama gel ben sana O’nun bir başka anısını anlatayım, sen hangisini anlatırken mutlu olursan onu arkadaşlarına anlatırsın.”

Önce gönülsüz, bir ezber daha mı endişesiyle “tama” diyor. Hayatımın en önemli gösterisini yapmaya başlıyorum.

Mustafa Kemal’in yaşadığı bir olayı, ellerimi, sesimi kullanarak anlattıkça ben, bizimki gülmekten katılıyor. Yerlere yatıyor. “Ne demiş, ne demiş halacığım bir daha söyle..”

Bir daha söylüyorum.

“Hadi şimdi bunu sen anlat” diyorum. Ayağa kalkıyor, başlıyor anlatmaya. Hiçbir ezber cümle kullanmadan. Anladığı gibi. Keyifle. Hissederek.

Sonra kararını açıklıyor, “Halacığım senden öğrendiğim anıyı anlatacağım arkadaşlarıma” diyor. Sonra babasına sesleniyor, “Babacığım sana Atatürk’ün bir anısını anlatacağım, çok seveceksin!”

Mustafa Kemal’i sevmek için yalnızca O’nu anlamak yeterlidir.

Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun!

GAZETEYİ İLK OKUYAN OLMAK

Geçen cuma “Aklımda Kalan”da, gazetenin sizden önce okunması psikolojisi üzerine yazmış ve sormuştum “Neden gazetemizin bizden önce okunmasını istemeyiz?”

İnsanın entelektüel düzeyi epey yüksek okurları olunca türlü yanıtlar da geliyor haliyle. Eğlenceli, komik, karmaşık, saçma, bilimsel… Pek çok yanıt…

Ama onlardan biri var ki, yazan kişinin adı yanıtın önüne geçiyor. Ülkemizin kuşkusuz en saygın köşe yazarlarından biri göndermiş. En etkili, en sevilen köşe yazarının benim okurum olması ayrı keyif, bana yanıt yazması ayrı keyif…

“Adınızı koymadan e-postanızı okurlarımla paylaşabilir miyim?” diye sordum, kabul etti. Baş harflerini bile yazamıyorum, adını açık ederim korkusundan.

İşte o sevgili köşe yazarının soruma yanıtı:

“Gazetemizin bizden önce başkaları tarafından okunmasını istemeyiz?
Ben de merak ettim hocam... İhtimaller:

1. Son derece egoist bir adamdır bu, yağmur olsa kimsenin tarlasına yağmaz, küçükken kimseye bisikletini bir tur atması için vermemiştir mesela, gazetesini de vermez, ne olur ne olmaz...

2. Haberi önce ben okuyayım, derdindedir. Habere saygı ve sevgisinden gazeteyi önce o görmek ister.

3. Bizim millet gazete okumayı bilmez. Gazeteyi evirip çevirirken hamur gibi yapar. Harfler okunmaz olur. Böyle ayıya gazete verilmez...

4. Bir gazeteyi iki, üç, dört kişinin okuması ticari etiğe uymaz. Gazeteyi parayı veren okur. Ötekiler de verir 50'şer kuruş alır birer gazete okur, diye düşünür bu muhterem...

5.Televizyondaki sağlık programlarında gazeteleri elleme yoluyla mikropların taşındığı anlatılıyor.

6. Birçok erkek bakire kız ister. Bunu namus meselesi yapar. Böyle bir tipin bir gazeteyi ilk iğfal edenin kendisi olmasını istemesi olağandır. Kadınları bilmem...

7.Gazete birkaç kez açılır kapanırsa içindeki mürekkep kokusu gider. Bazıları bu kokuyu sever.

8.Benim satın aldığım gazeteyi başkasının açıp okuması sahiplenme duygumu zedeleyebilir... Madem sahibi benim, ister başkasına okuturum ister okutmam. Benden önce okumasına da izin vermem.

9.Babam değil gazetesini okutmak, bir başkasının gazete okurken eğilip dikizlemesine bile ifrit olurdu. ‘Ver 25 kuruş al bir gazete be adam’ diye söylenirdi içinden. Bir de elinden gazetesini çekseler… Valla dayanamazdı herhalde vururdu...

10. Amma çok sebep varmış hocam gördüğünüz gibi...”

AKLIMDA KALAN

Aşkın gözü gerçekten kör saptaması: Bir arkadaşım aşık oldu. Geçenlerde. Adamı öyle bir anlatıyor ki benim bile adama aşık olasım geliyor. “Görmelisin” diyor arkadaşım, “O kadar yakışıklı ki anlatamam!” Şaşırıyorum. Bu kadar yakışıklı ve hoş adamlar neden hep başkalarının karşısına çıkıyor da bizim mahallede in cin top oynuyor diye hayıflanmamak elde değil. Heyecan bulaşıcıdır ya, “Var mı fotoğrafı bakayım” diyorum. Hemen cep telefonundaki fotoğrafı gözüme sokuyor. Fotoğrafa bakıyorum, sonra da arkadaşıma. İlk aklıma gelen cümleyi söyleyip söylememekte tereddüt ediyorum. Yine de cümle ağzımdan kaçıveriyor: “iyi de bu adam şaşı. Hem de öyle böyle değil, bir gözü bana bakıyor, bir gözü arkadan gelen biri var mı diye bakıyor. Farkında mısın?” Acımasızım biliyorum ama o da acımasız, kendimi olağanüstü bir adam fotoğrafına hazırlamışım ve hoop bir çukurdan aşağıya düşmüşüm. Suratı asılıyor, “Öyle deme… Çok tatlı…” Ne diyeyim, gerçekten aşk gözleri kör edebiliyor. Neyse ki aşkın körleştirici sihri burunda işe yaramıyor. Bir insan kötü kokuyorsa o kokuyu hiçbir duygusal ağırlık bastıramıyor.