Nuran YILDIZ

RAKİPLERİ BERTARAF EDERSENİZ…

----- 03.11.2010 - 00:01 -----

Rakipleri bertaraf ederseniz kazanmış mı olursunuz? Zafer coşkusu mu yaşarsınız, sonsuz bir tatmin hazzı mı?

Rakipleri bertaraf ederseniz rakipsiz kalırsınız. Tek. Rakipsizlik, savaşmaya ve yenmeye alışmış birinin en kötü kaderidir oysa… Kazanmanın hazzı bu gerçeği gizler.

Kendinizi bertaraf etmeye başlarsınız o tek’likte. Çünkü hayat, tüketen bir canlıdır o zaman. Tüm diğer anlamları içinde eritmiş bir tür yapışkan sıvıdır hayat. Silmeye çalıştıkça kendiniz kendinize bulaşırsınız.

Kendinizle karşılaşmak. İşte bu, savaşlarınızın en kanlısı olur ki, öldüren ve ölen “tek” bedende buluşur.

Bir daha başlarsak cümleye… Rakiplerinizi bertaraf ederseniz… Zaferin tadını çıkarmak için bakacak göz bulamazsınız. Bakacak göz yoksa bakmanın anlamı da olmaz…

Zafer coşkunuz muhatabı olmaksızın dönüp duran bir girdaptan başka şey değildir. Coşku bir başınalıkta en saçma duygu değil mi zaten?

Sonsuz bir tatmin duymanız da olanaksızdır o zaman. Tatmin dediğiniz, diğerine çarpıp geri dönüş değil midir?

Başbakan rakip gibi gördüğü herkesi, iş dünyasını, gazetecileri, eleştirenleri, aydınları bertaraf ederken hissettiği “tatmin”in yanıltıcılığını ve geçiciliğini görmüyor olmalı.

Yenmek, sahip olmak, almak, bertaraf etmek kendi kendisini sokup öldürmesine yol açacak akrebin etrafını çevreleyen ateş gibi işlemez mi birgün? Hayat yanıltıyor mu beni?

Fox Haber Genel Yayın Yönetmeni Doğan Şentürk’ün söyleşisini okurken geçti aklımdan bu düşünceler…

Son dönemin dikkat çeken habercisi/haber yöneticisi Şentürk, söyleşinin bir yerinde diyor ki “Ben haberle rekabet ediyorum. Bir haberi en iyi şekilde nerede gördüysem ben o haberi benim ekibimim neden yapmadığı konusunda hesap soruyorum.”

Belki de başarısının sırrı bu, haberi yapanla, yönetenle, kanalla rekabet değil, onların ortaya koyduğu ürün/haberle rekabet. Sonuçlar üzerinden yarış, temiz bir yarış değil midir?

Yaşına bakarsanız bulunduğu koltuk için genç, deneyimlerine bakarsanız yaşından büyük bir haberci… Çalıştığı acımasız rekabet ortamını analiz ederken üstten bakmıyor. “Ben yapıyorum, onlar yapamıyor” demiyor. Belli ki şımarmıyor.

Bir yanı “mütevazı ol” derken, bir yanı “mütevazı olma” diyor belli ki, o dengede durmayı seçiyor.

Kendisini yukarı çekmek yerine, rakiplerini önemseyip değer veriyor. “Ben” diyor, “bütün haber merkezlerine değer veriyorum. Çünkü eğer onlara değer vermezsem değersiz bir ortamda olurum ki bir geminin içerisinde düşünebiliyor musunuz sadece sizin kamaranız çok sağlamsa ve yalıtımını iyi yapmışsanız, su almayacak. Denizin ortasında güvenli bakabilir misiniz? Çünkü o gemi battığında bütün kamaralar su aldığında belki sizin kamaranız su almaz ama oksijensizlikten ölürsünüz.”

Medya dünyasında eşine pek rastlanamayacak ya da unuttuğumuz, unutturulan bir geniş görüşlülük. Böyle kalır mı, yoksa medya değirmeninde öğütülür mü zaman gösterecek. Benim fikrim, söyleşiden anladığım Doğan Şentürk son beş yılda olduğu gibi olmaya devam edecek sanki.

Hayata rakipleri bertaraf etmek için bakılırsa varılacak en iyi noktada, yüksek bir tepede kollarını açıp bekleyen kocaman bir yalnızlıktır. O tepeden aşağıya bakınca görülecek olan ıssızlıklar ortasında kocaman bir mezarlık…

Oysa hayata en iyi olmak, birinci olmak için bakması gerek rekabet edenin, ki bir gün çıktığı zafer tepesinden aşağıya baktığında sıralamada kendisinden sonraya kalanları görebilsin… Birinci olmak, tek olmaktan anlamlıdır.

AKLIMDA KALAN

Özgürlük “duygusu” üzerine bir okur mektubu: Okurlarımdan Kemal T. çok hoşuma giden bir özgürlük analizi yapmış. E-postanın “konu” kısmına da “umarım bu analizime kızmazsınız” notunu düşmüş. Olur mu hiç Kemal Bey, böylesine güzel bir analize kızılır mı, olsa olsa beni beslediği için teşekkür edilir. Analizini kısaltarak sizlerle paylaşmak istedim:
“Kim daha özgürlükçü tartışmasına farklı bir açıdan bakmak istiyorum. (…) Referans çerçevesi önemlidir. Bir trende yere bir top bıraksak dik düştüğünü görürüz. Oysa dışarıdan bakan biri topun eğri çizerek ileri ve aşağı doğru gittiğini görür. Tabii ki en azından teoride göreceli olarak kimin daha özgür, kimin daha az özgür olduğunu tespit edebiliriz. Diğer her kısıtımız eşitse, kanatlarım olsaydı ben sizden göreceli olarak daha özgür olurdum. Ancak beni görmeseydiniz siz kendinizi benden daha az özgür hissetmezdiniz. Özgürlükte bir üst sınır olmadığı için özgürlük herşeyden önce bir duygudur, kısıtlanmadığını hissetmenin duygusu. Pratik açıdan herkes, kendi mevcut özgürlük alanında istediği değişimin yönüne göre özgürlükçüdür ya da
değildir. İşleri zorlaştıran iki husus var:
- Bazen insanlar özgürlük alanlarını daraltmayı tercih edebilirler. (İnançlarla da olabilir bu, aşık olarak da :))
- Özgürlük alanının daraltılmak istenmediği durumlarda da, o alanın büyüklüğünden çok daha önemli olan mevcut özgürlük alanına müdahaledir.
(…)
%42'nin hiç değilse bir bölümü mevcut (nesnel bakışla daha geniş) özgürlük alanlarının daralma olasılığına tepki göstermişlerdir. %58'in de hiç değilse bir kısmı mevcut (nesnel bakışla daha dar) özgürlük alanlarındaki genişleme olasılığına sıcak bakmışlardır.
Yani "Trende yere bırakılan bir top nasıl düşer?" sorusunun cevabı nasıl trenden ayrı, dışarıdan ayrı veriliyorsa, insanlar "Özgürleşmeleri yönünde mi oy kullandılar?" sorusunun cevabı özgürlük alanı geniş insanlar için farklı, özgürlük alanları göreceli olarak daha dar insanlar açılarından farklı aranmalıdır.
Herkes için geçerli tek bir cevap aramak hatadır.
Selam ve sevgiler, (Kemal T.)”