Nuran YILDIZ

OSKAR’LIK ANLAR

----- 02.03.2011 - 00:01 -----

Geçen akşam Oskar ödül törenini izledim. Bir sinema tutkunu olarak değil, baştan sona bir iletişimci olarak.

Kim kazanacak merakıyla değil, kim, ne diyecek merakıyla…

Hoşuma giden ayrıntılar vardı törende. Hayatı hoş yapan ayrıntılar…

Bir, salon dolusu ünlü ve egosu şişkin sinemacının, bir ustayı ayağa kalkarak alkışlamaları hoştu.

Kirk Dougles yardımcı kadın oyuncu adaylarını açıklamak için sahnede yürürken, tüm salonun ayakta alkışlaması ustaya saygının ne güzel bir örneğiydi.

Önünde ayağa kalkmamızı gerektirecek insan sayısı ne kadar çoksa hayatımızda, o kadar zenginizdir.

İki, yardımcı oyuncu Oskar’ını kazanan Melisa Leo’nun konuşmasını yaparken heykelciği bir bebeği tutar gibi kollarına yatırması da hoştu. Annelik güdüsünün görünür hali duruyordu ışıklar altındaki ayrıntıda.

Üç, Javier Bardem’in en iyi senaryo adaylarını açıklarken söylediği söz de hoştu: “Yazarın kelimeleri zihninizden akıp doğruca yüreğinize gidiyorsa o senaryo iyidir.”

Bardem konuşurken eşi Penelope Cruz’un ona bakışlarındaki gurur da hoştu. Gururla bakacağımız eşler, dostlar, sevgililer, çocuklar… Ne keyif.

Dört, “The Social Network” filmiyle adapte senaryo ödülünü alan Aaron Sorkin duyduğu gururu belirttikten sonra çocuğuna seslendi: “Roxy Sorkin! Baban az önce Oskar kazandı. Kobayından biraz daha fazla saygı görmeyi talep ediyorum.”

Bir babanın çoçuğu karşısındaki çaresizliği, yenilmişliğiydi bu. Hoştu.

AKLIMDA KALAN

Erbakan’ın cenazesi ve “an”ı kaydetme telaşları: Erbakan’ın cenaze törenini izliyorum televizyonda. Mezarlığa doğru bir insan seli akıyor. Aklımda “Bu kadar insan Erbakan yaşarken oy verseydi siyaset başka türlü akmaz mıydı?” sorusuyla izliyorum. Mezarlıkta kalabalığın protokol dışında kalanı, çoğunluğu, ellerinde kameralarla, cep telefonlarıyla çekim yapmak derdinde. Ne cenazenin gerektirdiği sükunet hali, ne de ölüye saygı umurlarında. Durmadan fotoğraf ya da görüntü telaşındalar. “Ben de oradaydım” hissinin kanıtı için miydi o telaş? Evet, öyleydi. Göstermeden, görmeden inanılmayan günlerden geçiyoruz. Oysa “görme en soyut ve en aldanabilir duyudur” der Gösteri Toplumu’nun yazarı Debort. İnandırmak için “an”ı kaydetmek telaşı, “an”ı yaşamayı kaybetmek değil midir?