Nuran YILDIZ

“MERT” SÖZCÜĞÜNÜ UNUTMUŞTUK…

----- 07.03.2011 - 00:01 -----

Nedim Şener polisler arasında evinin merdivenlerinden inerken yüzündeki çaresiz gülümsemeyle… Aklımdan aldığı son ödülden sonra yaptığımız konuşma geçiyor. Sesindeki o günkü mütevazılık, yüzündeki gülümsemede duruyor, merdivenden inerken.

Gazetecilik bir duruştur. Unutmuştuk.

15-20 gün önce NTV’de, Mirgün’ün “Her Şey” programında konuk olan Nedim'in o gün söyledikleri zihnimde asılı halâ. “Utanıyorum” demişti, “Bu mesleği yapıyor olmaktan utanıyorum!”

Hemen cep telefonuma uzanmıştım, Nedim’e “Utanma. Sen utanacak son kişisin utanmazlar dünyasında” yazacaktım. Telefonum çaldı, yazmayı unuttum, hatırladığımda ise geç olmuştu.

Sonra… Bir sabah da Nedim’i götürdüler. Yüzünde sitemle karışık alaysı bir gülümseme… Vicdanı olanlarımız o gülümsemenin ucuna tutunup ardından gittik. Vicdan bir adamın duruşunda somutlanırmış meğer.

Nedim’in gazeteciliğine dizilen övgüler arasında, her şeyi bir sözcükle tanımlıyordu Aslı Aydıntaşbaş: “Mert…”

“Nedim merttir” diyordu. Bir karakter koyuyordu ortaya.

Zihnime bir mıh, yüreğime bir ağrı vuruyor.

Çoktandır ama çoktandır biz bir gazeteci için “mert” sözcüğünü kullanmadık. Korktuk mu? Bulamadık mı? Kıskandık mı?

Unutmuştuk.

Gazetecilik mertçe bir meydan okuma değil miydi halbuki? Unutmuştuk.

Medyanın ANAP’laşma (ANAP’lılaşma değil), sürecine girdiğinden beri…

Solda yapay duran gazeteciler, son hızla sağdaki boşluklara yerleşmek için birbirlerini yeme yarışına girdikleri günlerden bu yana…

Gazetecilerin “yandaş” olmaktan çok önce, iktidara yakın durmakla öne geçmeye başladıkları zamanlardan… İş takipçiliğinin, işini bilmenin gazetecilikte önkoşul olmaya başladığı günlerden bu yana…

“Karakter aşınması” utanılacak bir durum olmaktan çıkıp, imrenilecek bir değer olmaya başladığından bu yana… En çok aşınan karakterlerin omuzlar üzerinde taşınmaya en değer bulundukları günlerden bu yana…

Medya koridorlarında aynalar kırıldığından bu yana… (Birbirlerinin yüzünde birbirlerini görür olduklarında, birbirlerini tekrarlıyor da oldular ya…)

Biz… Uğur Mumcu’yu uğurlarken yağmurlu bir günde, Ankara’nın caddelerinden mezarlığa kadar yürürken yüzbinlerle…

Biz… Odası odama komşu, duvara vurarak mesajlaştığımız Ahmet Taner Kışlalı’nın cenazesini kaldırırken Ankara İletişim’in önünden…

Onların bedenlerinin dağılmış parçalarını toplayıp bir araya, omuzlarda taşırken…

Gazetecilik ANAP’laşma sürecinden AKP’leşme sürecine savruluyordu ihtişamla.

Emniyet’e götürülürlerken… Soner Yalçın’ın sitemkar gözlerinde, Nedim Şener’in inadına gülümsemesinde gördük “ideal” neymiş… Cesur bir yürek, sağlam bir karakter... Mertlik…Ki çoktandır bir gazeteciyi tanımlarken unutmuştuk. Hatırladık.

Bahar kapıda. Ağaçlar tomurcuklu. Tutuklu gazetecilerin sokakta, sevdikleriyle karşıladığı bir bahar olsun bu.

SOYADI BENZERLİĞİ

Cumartesi. Osmaniye’den bir telefon. Telaşlı. “Gözaltına alınan Odatv muhabirleri arasında sizin eşiniz de varmış diyorlar. Doğru mu?”

Saçmalıklara alışmış ben, şaşırıyorum yine de: “Ben evli değilim ki.” Karşımdaki boşlukta bu kez: “Sizin eşiniz değil yani, öyle mi?”

Sakince tekrarlıyorum “Evli olmadığımı söyledim. Bu soruya başka nasıl yanıt verebilirim?”

Telefondaki ses gülmeye başlıyor: “Bundan daha iyi bir yanıt olmaz tabii.”

Bu telefondan sonra dikkatimi çekiyor. Odatv.com’da “Yıldız” soyadlı yazarlar var. Ama hiçbiriyle akrabalığım yok, bu yalnızca soyadı benzerliği. Merak edenlere duyurulur.

Hoş, evli olsaydım, eşimin de çıkıntılık yapmaktan geri durmayacak biri olması kuvvetle muhtemel olurdu, o da ayrı:))

TATLI BİR SÜRPRİZ

Nilüfer’in rock’er’larla düet yaptığı son albümü dinliyorum. Gelmiş geçmiş en güzel kadın seslerimizden birinin rock gruplarıyla çalışması enfes bir müzik ziyafeti olur sanıyordum.

Kırılmış hayallerimin parçaları dağılıyor her yere. Şarkı seçimleri kötü. Performanslar kötü.

En gıcık Nilüfer şarkısı “Erkekler Ağlamaz”ın çıkış şarkısı olması durumu özetliyor işte.

Kayahan’sızlık Nilüfer’e hiç yaramadı.

Yine de albümdeki “Ara Sıra Bazı Bazı” şarkısı hoş bir sürpriz.

İlk gençliğimizin aşk acılarının yara bandıydı şu sözler: “Ara sıra bazı bazı gelsen bile gönlüm razı…”

Şarkının yeni hali içimi acıtsa da zihnimizdeki eski halini geri çağırması tatlı bir sürpriz olmuş.

AKLIMDA KALAN

“Türkiye’de basın özgürlüğü ABD’den ilerde” komedisi: Nedim Şener “Türkiye’de basın özgürlüğü ABD’den ileri” diyen İçişleri Bakanına “Selam olsun” demişti ya. Hürriyet’ten Tolga Tanış bu cümlenin/saptamanın doğruluğunu test etmiş. İyi niyetli gazetecilik! Türkiye’de basın uzun yıllardır “veri”nin doğruluğunu test etmekten uzaktır. Bunun böyle olduğunu bilen Hükümet de, Başbakandan bakanlarına, bürokratlarına kadar endazesiz atmaya devam ediyorlar. “İktidarın sözü”nü kayıtsız şartsız doğru kabul eden medya yaklaşımının geldiği son nokta “Türkiye’de basın ABD’den ilerde” sözüdür. Yarın Başbakan ya da bir bakanı “Dünya düzdür” diyecek olsa -ki bu derece uçulması muhtemeldir- sorgulayabilecek miydi medya? Fakültedeki odamın kapısında uzun yıllar asılı kalmış bir söz var: “Dünya dikdörtgendir!” Bu sözü siz tartışsanız da, ben tartışmam.