Nuran YILDIZ

KİTAP’SIZLIK…

----- 28.03.2011 - 00:01 -----

Okur hesap soruyor, “Bir kitap daha basılmadan toplandı, sizden ses çıkmıyor…” Sonra da ajite etmek için sivri dilini ruhuma batırıyor “Yoksa korkuyor musunuz?”

Elbette kendime kızıyorum, neden başkalarının okur düzeyi yaşamını sürdürmeye yetecek düzeyde de, benim okur kafasında kırk soru dolaşanlardan oluşuyor!

Sonra teselli oluyorum: Okurun kalitesi, yazarın kalitesini gösterir.

Neden yazmıyorum? Çünkü yazanlara bakınca katıla katıla ağlayasım geliyor. Hiç kitap yazmamış çoğu, basılmamış bir kitabın yok edilmesi üzerinden espri üretmeye yürekleri el veriyor.

Bir kitabın bir cümlesi için harcanan emeğin, biriken bilgi ve düşüncenin ne meşakkatli bir iş olduğu hakkında zerre fikirleri olsa espri yaparken taş olmaları gerekir.

Yazanlara bakıyorum. Silivri üzerine. Ergenekon üzerine. Ahmet Şık’ın kitabının yok edilmesi üzerine. Empati duyguları sıfır, gelişmemiş bir zihin düzeyinde. Öyle olmasa, özgürlükten mahrum birkaç saniye geçirmenin ne demek olduğu hakkında fikirleri olsa, meyhanelerde “Bizi içeri alırlarsa yanımızda şarap mı alalım, CD mi” geyiği yapmaktan utanmazlar mı? Utanırlar.

İçeride olanlar üzerine espri yapanlar, geyik çevirenler! Sizi hiç içeri almayacaklar. Almayacaklar çünkü kapsadığınız alan dar.

Peki “Korkuyor muyum?” Evet korkuyorum. Şimdilerde yazdığım kitap “aşk yüzyılı” üzerine de olsa, ne malum birinin tepeme dikilip “Bu neyin kod adı?” demeyeceği…

Henüz zihnimde yazmaya başladığım bir sonraki kitabımın zihnimden toplatılmayacağını kim garanti edebilir?

Yazanlara bakıyorum, lakayıtsızlıklarına… Basılmamış bir kitabın saklısız, gizlisiz gözler önünde yok edilmesindeki pervasızlığa… Yazmak içimden gelmiyor, beklediğinizi bilmesem…

Benim öğrencilerim “Halkla ilişkilerde Yazı Teknikleri” derslerimde “Bir yazı ancak bir başka yazıyla çürütülür” bilgisini öğrenirler. Bu medeniyetin en önemli ölçütlerindendir.

Bir yazıyı, bir kitabı ortaçağda yakanlarla, bugün daha basılmadan yok edenler aynı düşünce yapısının ürünüdürler. Akıldan, bilgiden korkarlar… Büyüyüp serpildikleri zemin kitapsızlığın, cehaletin zeminidir.

Yaz diyorsunuz, ne yazacağım?

BİR TÜSİAD KOMEDİSİ…

Koskoca TÜSİAD. Zenginlerin, en en zenginlerin kulübü. 40. yılını kutluyor.

TÜSİAD Başkanı Boyner kürsüden açıklıyor: “Her yıl bir lisansüstü öğrenciye ABD veya Avrupa’da burs vereceğiz. Bu 10 yıl sürecek. Yani 10 yılda 10 öğrenciye burs vermiş olacağız.”

Bu açıklamayı duyunca, yok canım diyorum, dalga geçiyorlardır. Geçmiyorlarmış! Bir yılda bir öğrenci!

Biz üç beş kişi toplansak verebiliriz o bursu, zengin olmaya gerek bile yok.

Dalga geçmiyorlarsa alay ediyorlardır. Bu açıklamayı yaparken yüzleri kızarmadığına göre…

ÇOCUK DEDİĞİN…

Sizi bilmem, ben çocuk dediğin çocuk gibi olmalı diyenlerdenim.

Oynarken düşmeli, bacaklarında sıyrıklar olmalı. Yara bantlarıyla kapatmalı o sıyrıkları.

Burnu akmalı. Dondurma yemeli burnuna kadar bulaşarak hem de… Pantolonu bir çalıya takılıp yırtılmalı…

Üstü kirlenmeli. Şekerli elleriyle saçlarını karıştırmalı. Onu banyoda “Gözüme sabun kaçıyoooo!” bağırtıları arasında yıkamalı… Kuruladıktan sonra o mis gibi saçları koklamalı… Ensesine öpücük kondurmalı.

U.S. Polo Assn. firması benim gibi düşünmüyor. Çocuk için hazırladıkları modeller anne ve babaların cool’luğunu aratmayacakmış. Anne-baba taklidi cool bir çocuk! Ne itici bir görüntü…

ERKEK OKURA NOT: Cuma yazısında sorduğum “Kadınlarla yaşadıklarınızı birbirinize anlatır mısınız, ne anlatırsınız, neden anlatırsınız?” sorularına kadınlardan yanıt geliyor da sizin çıtınız çıkmıyor… Neden ki?

AKLIMDA KALAN

Bu ne yaman çelişki isyanı: Bir yanda TÜSİAD, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın değiştirilemez maddelerinin değiştirilebilirliğinden söz ediyor. Devlet bölünse de olur diyor. Olabilir. Düşünce ve ifade özgürlüğüne saygım var, söyleyebilirler. Devletin kuruluşunda dökülmüş alın terleri, akıtılmış kanları olmayıp, bu devletin kremasını yemeye alışmış olanlar elbette bol keseden atabilir. Hassasiyet tanımayabilir. Oysa bir TÜSİAD üyesinin onlarca korumalarla korunan malikânesine uzaktan baksanız yaka paça uzaklaştırılırsınız. Bu bir iç çelişki. Diğer yanda basılmamış bir kitabın toplanmasında düşünce ve ifade özgürlüğünden söz edemiyorsunuz. İki ifade arasında büyük bir çelişki. Sermaye istediğini söyleme, yazma ve düşünme özgürlüğüne sahipken bir gazetecinin bunların hiç birine sahip olmaması ise en büyük, tarihi çelişki işte…