Nuran YILDIZ

AŞAĞILIK DUYGUSU ÜZERİNE…

----- 08.04.2011 - 01:01 -----

Biz akademisyenler için bilgi lezzetli bir şeydir. Yeni bir şey öğrendiğimizde, dünyanın en leziz yemeğini görmüş gibi ağzımızın suyu akar.

Dün yeni bir şey öğrendim. Heyecanlandım. Öğrendiğim şeye şaşırdım. Öğrendiğim şeyden etkilendim.

Hem de hiç beklemediğim bir anda. Hiç beklemediğim bir yerde, bir dostumun mahkeme savunmasında!

İsimleri vermeyeceğim, derinine girmeyeceğim, çünkü konu yargıda.

Dostum birine bir eleştiri e-postası göndermiş. O kişi de arkadaşımın gönderdiği e-postayı mahalle dedikoducularının yaptığının modern zamanlardaki karşılığı gibi davranıp, kendi özeline yazılan e-postayı “X bana hakaret etti” veryansınıyla ortak bir e-posta listesine göndermiş.

Sonra da bizimkine hakaret davası açıyor. Genellikle yaşadığı sorunları dava ederek çözmek gibi erinilesi bir alışkanlığı var.

Dostumun da özel bir e-postayı kamusal ortama taşıdığı için o kişiye dava açma hakkı doğuyor. Destekliyorum o davayı açacak, açmalı.

Gelelim konu e-postadaki hakaret cümlesine. Bizimki yazmış: “Hani bazı insanlar vardır, ne yapılırsa yapılsın aşağılık duygularının yansısı olarak tepki verirler ya sizinki de öyle bir şey.

Arkadaşımın hazırladığı savunmayı okurken öğrendim o yeni şeyi: Aşağılık duygusu herkeste olan bir duygudur!

Sizin de hoşunuza gideceğinden emin olduğum için o savunmayı özetliyorum:

“Bu cümle hakaret içermemektedir. (…) Bir kişinin aşağılık duygusuna sahip olduğunu söylemenin kendisine hakaret etmek anlamına gelmediğinin bilimsel açıklaması aşağıda sunulmuştur:

Aşağılık duygusu teorisinin müellifi Alfred ADLER ve bu konudaki eser sahibi Halis ÖZGÜ’ye göre aşağılık duygusu istisnasız herkeste mevcut olan bir duygudur. Adler tarafından ‘kişinin bazı yönlerden kendini diğerlerinden aşağı hissetmesine neden olan karmaşa’ olarak tanımlanmaktadır. Adler’e göre insan olmak aşağılık duygusuna kapılmaktır. Başka bir deyişle her insan farklı bir konuda aşağılık duygusuna sahiptir. Aşağılık duygusu ile ilgili geniş açıklama Halis Özgü’nün ‘Aşağılık Duygusu ve Karakter’ isimli kitabında mevcuttur.

Özgü’ye göre çekememezlik de aşağılık duygusunun belirtilerinden biridir. ‘Ortaya bir fikir atılır atılmaz büyük, küçük, okumuş, cahil daima aynı şeyi duyar ve aynı hareketlerde bulunur; ortaya atılan fikrin önemini azaltmaya, değerini düşürmeye çalışır. Hepimizde mevcut olan bu hâl tabiidir ve aşağılık duygusunun sonucudur…’

‘…beden, ruh yapısı tamamıyla sağlam ve sosyal durumu elverişli, çok iyi bir eğitimle yetiştirilen insanların aşağılık duygusunu duymamaları lazım gelirdi. Hâlbuki hiç böyle olmuyor ve her bakımdan mükemmel bir şekilde büyüyen insanların aşağılık duygusunun tesirleri altında bulunduklarını görüyoruz…”

‘…Bütün insanlar övülmekten, sevilmekten, sayılmaktan hoşlanırlar. Çünkü her insan derece derece aşağılık duygusunun tesiri altındadır…

Bu nedenle hepimizde mevcut olan ve bir yönüyle de ilerlemeye yol açan bir duygunun, yani aşağılık duygusunun bir e-postada kullanılmasının kişiye hakaret olarak kabul edilmesi mümkün değildir.”

Ders gibi bir savunma, değil mi?

MEDYA SİTELERİ VE MEDYANIN RESMİ

Çoğu okurun umurunda değildir medya siteleri. Daha çok medya mensuplarının bizim mahallede ne oluyor merakıyla gezindikleri siteler.

Birbirlerini bu siteler aracılığıyla dikizlerler. Birbirlerine bu siteler aracılığıyla kusarlar.

Medya sitelerinde yer alma çokluğu başarılarının görünmeyen kriterleri arasındadır.

Bir tür medyatik iç dünyanın resmini sunar. Dün o sitelerde şöyle bir gezindim. Okuduğum başlıkların bir kısmını alt alta sıralıyorum (cümlelerin eylem sözcüklerine dikkat):

-“Nuray Mert Ali Bulaç’a nasıl çaktı?”

-“Lerzan Mutlu’la Pınar Eliçe nasıl birbirine girdi?”

-“Huysuz şef Batuhan yine haşladı.”

-“Seda Sayan Toroğlu’na ‘dangalak’ dedi.”

-“İç çamaşırı manyağı”

-“Hangi köşe yazarı kime ne kadar çaktı?”

İşte günümüz medyasının içerik özeti. Üzerine kafa yoracak olan var mı? Hiç önermem, kafayı yemesi kaçınılmaz.

KURUMLARIN İMAJI

Normal zamanda kimse umursamaz. Önemli de olmaz. Hatta dudak bükülüp geçilir. Kurumların imajı konu olunca.

Kurumların imajının önemi kriz dönemlerinde ortaya çıkar. Bir kurumun güvenilirliği zihinlerde önemli yer tutuyorsa hakkında ortaya çıkan söylentilerle baş etmek daha kolaydır. “Güvenilir imajı” geri çağıracak açıklama ve etkinlik yeterlidir.

Eğer imaj güvenilir değilse, ağzınızla kuş tutsanız olmaz. Hele bir de iletişim özürlüyseniz kriz katlayarak büyür. Bakınız ÖSYM örneği.

Güvensizlik genellenmeye, diğer kurumlara da sıçramaya başlamışsa. Tüm dünyanın gözleri önünde kura çekseniz de inandırıcı olmazsınız. Bakınız YSK’daki kurada AKP’nin ilk sırada çıkması örneği.

İmaj yönetimi bugün için yapılmaz. Hem bir gelecek yönetimi hem de bir kriz yönetimi işidir. Bir yatırımdır, bir sonuç değildir. Yaygın yanlışı düzelteyim dedim.

AKLIMDA KALAN

Evde olmanın dayanılmaz rahatlığı: “Atlıkarınca” filminin başrol oyuncusu Mert Fırat’da yakaladım cümleyi: “Eğlenceye doydum. Artık evde DVD izlemek yetiyor.” Bir ben öyleyim sanıyordum. “Hadi dışarı çıkalım” dedikleri zaman kırk dereden su getirenin bir ben olduğumu düşünüyordum. Çünkü evde oturmak, DVD izlemek, koltuğa kıvrılmak, dikkatimi etrafa değil de karşımdakine odaklamak istediğimi söyleyince bana öyle şaşkınlıkla bakıyor ki karşımdakiler. Sanırsınız kollarımın altından kanatlarım çıkmış, alnımın ortasında bir göz daha belirmiş bir tuhaf yaratığım! Mert Fırat’ın sözlerini okuyunca, evde olmak isteyen tuhaf yaratıklar familyasında yalnız olmadığımı anladım. Rahatladım.