Nuran YILDIZ

ORESTES…

----- 13.04.2011 - 10:50 -----

Yunan mitolojisinde Orestes, babasını öldüren annesini öldürür.

Kemal Beyin CHP’de gerçekleştirdiği değişim, geçmişle bağlarını koparma durumu bana bu mitolojik öyküyü anımsatıyor.

Kendisini üreten siyasi yapıyı dışlamasını kastetmiyorum yalnızca. Örgütle Parti arasındaki bağ kopuşunu da kastediyorum.

Parti’nin çatısı ile temeli arasında bağlayıcı duvarlar yok. Biraz gerçeküstü bir durumun tanıklarıyız.

Belki de bugünün postmodern politikaları böylesine bir kopuş ve böylesine bir yabancılık gerektiriyor. Postmodern saptamayı da test etmiş olacağım 12 Haziran’da.

Dahası…

Artık kesin olarak anladım. Biz doğal akışı içinde değişim yapamıyoruz.

Vurdu mu öldürüyor, sevdi mi abartıyoruz.

Sistemimiz tıkandı mı, darbeyle başka bir düzene geçiyorduk daha düne kadar.

Parlamenter sistemi işletemeyince, gözümüzü Başkanlık sistemine dikiyoruz.

Bir uçtan diğer uca savrulup duruyoruz.

Eski yönetimle olmuyor diyerek yeni yönetim getiriyoruz.
Yeni yönetim aksaklıkları gidermek yerine, Parti’yi baştan sona sıfırdan dizayn ediyor.

Böylesi bir değişim anlayışı bir kurumlar için bir de binalar için risklidir. İkisi de “yapı” sonuçta.

Tarihi binaların yıkılıp yerine betondan, düz binaların çıkmasını yenileşme olarak algılamak. Doğulu bir duruş.

Batılı duruş eskiyi koruyarak, restore ederek yenileşmeden yanadır. Bina yerinde durur ama tesisat yenilenir. Bacalar temizlenir. Ahşaplar değişir.

CHP öyle bir değişti ki bundan daha ötesi olamaz. Ve fakat… Karşımızda yenilenmiş bir CHP değil, yeni bir CHP duruyor. Ayırdında olmamız gerek.

Orestes 90 yıl yaşamış, bizdeki durumu yaşayıp göreceğiz…

ENVER’İN YAPTIĞI DA ENVER’E YAPILAN DA DOĞRU DEĞİL

Her ne kadar beni pek sevmediğini bilsem de… Hakkımda CHP yönetimine asılsız bilgiler sunmuş olsa da…

Her ne kadar ağzından çıkanların çoğuna katılmasam da… Politik duruşuyla aynı yerde olmasam da…

Enver Aysever’e yapılanları doğru bulmadım. Yeri 12. sıra olmamalıydı. Çünkü o yalnızca milletvekili olmaya değil, olası hükümette Kültür bakanı olmaya bile kendini hazırlamıştı.

Enver’e yapılan doğru değildi. Ama Enver’in yaptığı da doğru değildi. Kemal Beyin “Çıkar ilişkisi içinde siyaset yapmayın” uyarısını bile bile, seçilecek yerden aday gösterilmedi diye hem de hemen o gece istifa etmemeliydi.

İstifası hakkında durmadan konuşmamalı, medyayı bu kadar abartmamalıydı. Bugün yaşadıklarının çoğu o medyayı kullanma biçiminin sonucu.

Nedense itibar kazanmayı bildiği kadar, itibar yönetmeyi bilmiyor çoğumuz.

HİÇ ANLAMADIM…

Diyarbakır’da oy artıracak diye davet edildiğini sanmıştık. İstanbul’dan aday oldu. Ben bu Sezgin Tanrıkulu olayını hiç anlamadım.

KAGİDER Başkanı dediler. Binbir lansmanla CHP’ye getirdiler. İstanbul’la, kadınlarla, iş dünyasıyla bağ kuracak oy artıracak sanmıştık. İstanbul 2. Bölge, 15.sıradan aday oldu. Gözden çıkarılmış gibi. Ben bu Gülseren Onanç olayını da hiç anlamadım…

BABASI SÜMEYYE’YE KESİN KIZMIŞTIR!

Duymuş ya da okumuşsunuzdur. Başbakanın kızı Sümeyye Erdoğan, Ankara Devlet Tiyatrosunu hışımla terk etmiş.

Medya olayı her ne kadar türbanla ilişkilendirmeye kalksa da işin aslının öyle olmadığı bizzat Sümeyye Hanımın kaleminden anlaşılmış.

Sahnedeki oyunca en ön sırada oturan Sümeyye Hanımın sakız çiğnemesine itiraz etmiş.

Tutuculukla suçlayabilirsiniz ama ben oldum olası ulu orta sakız çiğnenmesinden hazzetmem.

Dersime ağzında sakızla giren bir öğrenci olsa, ya o öğrenci sakızı ya da ben o öğrenciyi dışarı atarım.

Sevmemekle kalmam, irite olurum. Gıcık olurum. Bir erkeğin sakız çiğnemesinden ise neredeyse iğrenirim!

Sanatsal, kültürel ortamlarda hiç çiğnenmez. Görgü kuralı bu.

Sümeyye Hanım ne şık olmayan bu durumu ne de bir devlet tiyatrosunda oyun izliyor olmayı umursamış, sakız çiğnemiş.

Oyuncudan önce, yan koltukta oturanlar tarafından ikaz edilmeliydi oysa. İş konsantrasyonu bozulan oyuncuya kalmış.

Umarım Başbakan, kendisinden büyük beklentileri olduğu kızına gerekli ikazı yapmıştır. Benim bildiğim Erdoğan oyuncuya kızmak yerine kızına kızar.

AKLIMDA KALAN

Ağzımızın tadının bozulması: Asabi şef Batuhan’ı birkaç saniye izlemeye ancak dayanabildim. Kimdir bu adam merakımdan harcadım o birkaç saniyeyi de. Saldırgan bir duruşu var. Kaptı mı kepçeyi karşısındakinin kafasına geçirebilir her an. Sesi, tavrı aşağılama kokuyor. Oysa bastıbacağın teki. Onun baştan aşağı itici haline bakarken, “Yaptığın yemek de sana benziyor, tadı tuzu yok” diyen ifadesini izlerken içimden tıslayan bir itiraz yükseliyor. “Biz sevgiyle yapılan her yemek güzeldir” şeklinde düşünmeyi öğrenmiştik. Yaptığımız yemeğe yüreğimizi koyarsak yemeğin de ağzımızın da tadı eksik olmaz diye bilirdik. Şimdi o yarışmacı aşçılar, Batuhan’a duydukları nefretle hangi yemeği yapsalar bir şeye benzemez ki… Önce “Yemekteyiz”le evsahiplerinin ardından konuşan misafirleri ödüllendirdik, şimdi de nefretle yapılan yemekleri ödüllendirmeye çalışıyoruz. Biz eskiden, iyi olan bir şeye vermez miydik bu ödül denen mereti?