Nuran YILDIZ

AŞK KONU OLUNCA, ERKEKLER İLKOKUL 5 DÜZEYİNDEDİR AYŞE!

----- 22.04.2011 - 00:01 -----

Kadınlar tuhaftır. Tuhaf durumlara tuhaf tepkiler verirler.

Biri tarafından eleştirildiklerinde, konu üzerine düşünmek yerine, eleştiri yapanı defterden silme eğilimde olurlar.

Şimdi. Bu yazı bazı kadınları eleştirmek için yazılıyor.

Geçen gün Ayşe Özyılmazel, sevgilisinin kendisini bir erkekle aldattığını yazdı.
Amorf toplumda tepkiler hemen üçe ayrıldı.

Bir grup “Hangi sevgili acaba?” sorusunun ardından gitti.

Bir grup “Kadınla mı aldatılmak daha kötü, erkekle mi?” sorusunun ardına düştü.

Bir grup “Ne ayıp, insan hiç bunu söyler mi, böyle söyler mi?” sorularıyla sahte ahlak polisliği yaptı.

Bir dakika! Biz eskiden biri böyle bir itirafta bulununca “Ah canım, çok üzülmüşsündür…” ya da “Ağır olmuş…” diye teselli etmez miydik?

Yukarıdaki soruların yanıtı beni ilgilendirmiyor.

Beni Sevgili Ayşe’nin aldatıldığını öğrenmesiyle ilgili söylediği bir ayrıntı ilgilendiriyor. Diyor ki “Bir gece bu ortadan kaybolunca, ertesi gün cep telefonuna baktım ve mesajlarını yakaladım.”

İşte bunu anlamak zor. Ayşe gibi zeki bir kadın! Aldatıldığını anlamak için cep mesajına bakmak zorunda kalsın!

Bir kadın. Ortalama zekadaki herhangi bir kadın. Aynı evi, aynı yatak odasını paylaştığı bir adamın kendisini aldattığını hemen anlar.

Önce, “yanlış mı anladım” diyebilir. Sonra, “yok canım bana yapmaz” diyerek oyalanabilir. Bu geçiştirmelerin pençesinden kurtulduğu anda aldatılan kadın aldatıldığını anlar.

Adamın duruşu. Tavrı. Bakışlarındaki farklılık. Giysisindeki bir ayrıntı. Giyme şekli. Sözcükleri dizişi. Kokusu. “Ben yaptım” diye bağırır çünkü.

Özellikle bu sonuncusu güdüseldir. Bir kadın araya giren başka bir kokuyu mutlaka hisseder. Yabancı kokuyu çıkaracak bir sabun, parfüm üretilmedi henüz.

Ortalama her kadın bir adamı okuma konusunda adeta doktora derecesine sahiptir. Eğitim düzeyinden bağlantısız olarak hem de.

Ortalama bir insanın beyni aynı anda bir tek şeye yoğunlaşabilir. Aldatmayı gizlemeye yoğunlaşan bir adam başka bir yerden açık verir.

Üstelik ortalama bir erkeğin aşk konusunda ilkokul 5 düzeyinde olduğu genel kabulünü düşünürseniz, erkek mutlaka açık verir.

Ayşe gibi bir kadın aldatıldığını anlamak için nasıl olur da cep mesajlarını görmek zorunda kalır? Demek ki hiç dikkatle bakmamış. Adamı o kadar da önemsememiş demek ki…

Diğer şık, aldatıldığını bilen kadının çaresizlikten kafasını kuma gömme hali Ayşe’ye hiç uymaz çünkü!

HOMOFOBİK MEDYA!

Medyanın iki yüzlülüğü, “mış gibi”liği abartma hali bazen insanı deli edecek noktaya geliyor.

Gazete köşelerinde, televizyon ekranlarında homofobik olmanın ne kadar kötü bir şey olduğu anlatılıyor. Gay ve lezbiyenleri dışlayanlar hedef tahtasına konuyor.

Medya durmaksızın “gay’ler ve “lezbiyenler cinsel durumları nedeniyle suçlanamaz” tavrını koyuyor. Doğru da yapıyor.

Sonra da aynı medya “118 33” reklamlarında bir gay karakter canlandırıldığı için feveran ediyorlar.

O kadar çıngar çıkarıyorlar ki reklamdaki “gay şarkıcı” gidiyor, yerine gay olmayan akrabası geliyor. Bu değişimi de olumlu bir şey gibi sunuyorlar.

Bu bakış açısına göre “gay”ler normal değil, bir reklam filminde oynayamazlar ya da taklit edilemezler.

Ne iki yüzlülük ama!

FOTOĞRAF KRİZİ SÜRÜYOR

Hani hep aynı fotoğraflardan sıkıldığım için değişiklik olsun diye web sitemdeki fotoğrafları değiştirmiştim.

Okurlar “eli yanakta olan fotoğrafı istiyoruz” talebinde bulundular. İlk sayfaya o fotoğraf geri geldi. Sanırım beni o pozla da gömecekler.

İkinci sayfadakine dokunmadım. Site benim değil mi o kadar hakkım olsun.

Devam sayfasındaki fotoğrafa demediklerini bırakmadılar. Yok çok sertmiş, yok fazla çekiciymiş, yok yüzümde flaş patlamış, yok yüzümde gölge varmış.

Hayır, öyle kamera fobim falan olmasa, kamera arkasındakiler kadar kameralar da beni sevse yeni fotoğraflar çektireceğim de. Kamera ve ben arasındaki ilişki imkansız türünden.

(Okura not: Neyse ki ülkemin çok önemli fotoğrafçılarından biri fotoğraflarımı çekmek istediği haberini göndermiş de onun ve benim mood’umuz uyduğunda yeni fotoğraflarım olacak. O güne kadar böyle idare edeceksiniz.)

AKLIMDA KALAN

“Muhtaciyet mahrumiyettir!” sözü: Geçen cumartesi sabah telefonuma şöyle bir mesaj düştü: “Hemen NTV’yi aç, adamın biri hayat üzerine konuşuyor, hoşuna gidecek.” Sevimsiz bir anım olsa gerek yanıtladım: “Asıl sen Sky Türk’ü aç, çevre kirliği dünyanın sonunu ne zaman getirecekmiş, onu izle, bilgilen.” Arkadaşımın verdiği yanıtı buraya yazamayacağım. Ancak bu tür mesajları sık atmayan arkadaşımın hatırına NTV’ye zapladım. Tanıdık olmayan biri “evren sen ne istersen onu verir” içerikli konuşuyor. Tam yeniden gezegenimizi bekleyen acı sonu izlemeye dönecektim ki o tanımadık adam “Muhtaciyet mahrumiyettir” demesin mi? Öylece kaldım. Yeni bir şey duyduğum için değil, iyi bildiğim bir gerçeği bu kadar güzel özetlediği için. Öyledir, bir şeye ne kadar muhtaç olursanız o şey o kadar sizden uzaklaşır. Burada zor olan “muhtaç olmak”la, “muhtaç olmayı istemek” iki farklı durum, birbirine karıştırmamak gerekir.