Nuran YILDIZ

KAOS…

----- 29.06.2011 - 08:00 -----

Beni en çok etkileyen iki filmden biridir Taviani kardeşlerin “Kaos”u. Film birbiriyle bağımsız görünen dört bölümden oluşur. En çok etkilendiğim bölümü “La Giara” başlıklı olan üçüncü bölüm. “La Giara” kavanoz demek ama filmdeki kavanoz daha çok küpe benzer.

Zeytinyağı depolamak için kullanılan bir insan boyundaki dev kavanoz/küp kırılmıştır. Onu yapıştıracak olan da kasabanın kambur köylüsüdür. Kambur adam kavanoz/küpü yapıştırırken kendisini işine öyle kaptırır ki aklı devre dışı kalır. Yapıştırması bittiğinde kendisi de kavanoz/küpün içinde kalır.

Kavanoz/küpün sahibi, kambura yapıştırdığı kavanozu kırıp çıkabileceğini ama kırdığı takdirde de parasını isteyeceğini söyler. Bizim zavallı adam öyle zor durumda kalmıştır ki, kavanozu kırsa parası yok, kırmasa içerisinde hapis.

Siyasetimiz bir tür “bungee jumping”e dönüşmüş durumda. Hani güvenlik halatlarını bedene bağladıktan sonra boşluğa atlanan adrenalin salgılayan spor var ya işte o.

İki farkla. Birincisi boşluğa fırlıyoruz ama güvenlik halatlarımız yok. İkincisi, o kadar çok yapıyoruz ki bunu, uyuştuk sanki, heyecan neredeyse sıfır düzeyde.

Her normal ülkede seçimler, kaos bitsin diye yapılırken, biz %50’lik oranla kazanan partinin olduğu bir seçimden bile kaos çıkarmayı başardık.

Kaos…

Birbirinin aynı, hiçbir yere götürmeyen politik analizlerle aynı noktaya ayak vurarak çukur açmak yerine “kaos”un analizini yapmak gerekmez mi?
Gazeteciler. Politikacılar. Akademisyenler. İş dünyası. Kaosu en çok analiz etmesi gerekenler. Kaostan ilk etkilenenler ya da kaosun aktörleri.

Analizin girişini ben yapayım, çoğunun gölgesi kendilerinden büyük olan analistler devamını getirsinler:

Kaos zamanın karakterini oluşturuyor. Anahtar sözcük/kavram. Kendi başına kavranması gereken yeni bir düzen.

İçinden çıkmayı, sonuçlandırmayı hedefleyenlerin hayal kırıklığına uğraması kaçınılmaz. Artık kaosun bitmesini ummak yerine onunla baş edebilecek yetenek/beceri/birikim oluşturmak gerekiyor.

Nedeni çok basit. Çözüm için akıl gerekir. Kaos ise akıl ve davranış arasındaki bağın kopmasının sonucu. Üretilmesinde bir “üstün akıl” ya da “beceriksiz akıl” rol oynamıyor.

Günlerdir, aylardır ve hatta yıllardır siyasetimizde yaşananlara bakın ve sonra bu yazının girişinde yazdığım filmin özetini yeniden okuyun.

AKLIMDA KALAN

Bir sessiz cenaze: Tiyatronun ve sinemanın heybetli sanatçısı Ali Cağaloğlu, geçen çarşamba gecesi öldü. Evinde. Uyurken. Tek başına.

Her gün uğrayıp yemek yediği “İkinci Bahar” restoranının sahipleri bir gün görmeyince meraklanıp aradıklarında öğrenmişler öldüğünü. Her gün birisi tarafından görülün. Bu cenazenin hayat derslerinden biri bu ve bu ders ancak böylesi bir ölümle verilir.

Dostlarımdan birinin uzak akrabası olması nedeniyle cenazeye katıldım. Kanlıca’da. Öldüğü ev, yemek yediği restoran, cenaze namazının kılındığı cami bir tepeden denize doğru tek çizgi, tek sokak üzerinde. Ucu deniz.

Musalla taşındaki cenazeyle, deniz kıyısında bağlı duran motorun üzerindeki yazı tuhafça tamamlıyordu birbirlerini: “Karşıya motor.” O meşhur şiirdeki gibi: “Şimdi demir almak zamanı gelmişse limandan/ meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan…

Sonra bahçeye biriken kalabalık. Yapayalnız ölmüş (ve bu yalnızlığı da hak etmiş), kimsesiz bir adam cenazesi için avlu fazla kalabalık. 60-70 kişi var. İlacını aldığı eczacı da orada, yemeğini yediği restoran sahibi de, Bodrum’a gitmek için uçak bileti kestirdiği acenta görevlisi de. Ailesiz bir cenazeye bakarken, dostlardan oluşmuş bir koca aile vardı avluda.

Dostları kaybettikçe yalnızlaşır insan.

Bir kenardaki masanın üzerinde 13 yıl önce bastırdığı kitabı duruyor: Cağaloğlu Beyoğlu. İstanbul’da bir semte adını veren ailenin yalnız ölen ferdi. Semt kalabalıklaştıkça adam yalnızlaşmış.

Kitabın sayfalarını karıştırıyorum, son cümleleri tanıdık bir dize: “Bâki kalan bu kubbede bir hoş seda imiş…

Orta sayfaların bir yerinde Aşık Veysel’in unutulmaz dizeleri duruyor, 13 yıl öncesinden kendi kendine veda eder gibi:
“Ne şöhrete tapmış ne mala tapmış
Ne doğruyu koyup eğriye sapmış
Ne bir gecekondu ne saray yapmış
Dünya benim diyen beyler ni’coldu?”

Hayat. Bir varsın bir yoksun… Ölüm. Herkesi eşitliyor işte…