Nuran YILDIZ

BAĞLANMAK YOK!

----- 29.07.2011 - 12:30 -----

Geçmiş cuma yazılarım arasında bu başlıktaki ifadenin etrafında pek çok yazı yazdım.

Bu kez somut bir örnekten yola çıkacağım. Okurken siz de kendi örneklerinizi aklınıza getireceksiniz.

Bir yemekteyim. İş yemeğiyle dost yemeği arası bir yemek. Aramızda gazeteci yok, herkes fazlasıyla rahat.

Masadaki iş adamlarından biri kendi ilişki biçiminden söz ediyor. “Kimseye bağlanmam” diyor, “Ruhum uygun değil.” Sonra ekliyor “kimsenin benim sahibim olmasına izin vermem.”

Ağzımı açıp bir tek sözcük etmiyorum. “Sahip” sözcüğü midemi bulandırsa da ses çıkarmıyorum.

Yanımda oturan ve beni daha iyi tanıyan arkadaşım kulağıma fısıldıyor “Bu konuda dersler veriyorsun, konferanslar veriyorsun, bir şey söylesene…”

“Boş ver” diyorum, “Bunlardan çok var.”

Karşı cinsle yalnızca seks ilişkisinden öteye bir ilişki kurmak istemezler, bunu da pozitif, olumlu bir şeymiş gibi sunarlar.
İngilizcede “cuk” oturan bir sözcükle tanımlanırlar ama ben o sözcüğü buraya yazamam. Serdar Turgut’luk bir sözcük çünkü.

Bu tür adamların (ve de kadınların) ortak sloganları vardır:

“Bağlanmak yok!”

“Uzun vade yok!”

Bu iki slogan da zamanın ruhunun o insanlardaki yansımasıdır. Zaman öyle tükenir gider, o insanların ruhları da öyle.

Bağsızlık durumunu bir özgürlük biçimi olarak algılarlar. Karşı cinsle dolu bir denizde yüzdüklerini sanırlar.

Yüzmek ancak güneş altında parıldayan temiz bir suda sağlıklıdır oysa. Bu arkadaşların yüzdükleri sular gittikçe bulanıklaşan balçıklı bir suya benzer.

Mutsuzlukları gözle görünür, sakladıklarını sanırlar. Geçmiş yaralarının böyle iyileşeceğini düşünürler.

Tatminsizdirler. Tatminsizliğin boşluğunu doldurmak için sürekli bir uğraş ararlar. Dolup taşan fitness center’ların, hobi alanlarının, kalabalıkların içinde olma uğraşlarının temelinde bu boşluğu doldurma uğraşı vardır. Tam da “adam asmaca oyunu”na benzer yaşadıkları. Astıkları kendi ruhlarıdır.

“Ben aslında başka biriyim ama beni yanlış tanıyorlar” derler.

“Tüketme”nin cılkını çıkarırlar. Kimseye gerçekten dokunmazlar.
Kimseyi gerçekten öpmezler. Bir hayat yaşarlar ama o hayatın gerçekten sahibi olmazlar.

Güvenmenin, güvenli limanların ve bedenlerin, sevilmenin ve dostlukların öneminin arttığı günümüzde kaybolan bir insan türü bu.

Arkadaşım bir daha dürtüp “Yaa, bir şey söyle, geçen gün konferansta söylediğin saptamalardan birini söyle, sessizliğin beni deli ediyor” deyince… Onu susturmak için iş adamına dönüp “Siz biricik değilsiniz, etrafta sizden çok var!” dedim.

Arkadaşım gülümsedi, adam bana kızdı. Ben de arkadaşıma kızdım tabii…

AKLIMDA KALAN

“Internet çıktı çiçekler de bozuldu” saptaması: Geçen cuma. İçi çiçeklerle dolu bir vazo getirdi Deniz. Sekreterim. Muhteşem kırmızı güller. Bir arkadaşım şirinlik yapmak istemiş. Çiçek alan hangi kadın mutlu olmaz ki… Çiçeklere baktım. Kokladım. Güllerin hepsine dokundum. Tadını çıkardım. Vazosuna su ekledim. Ertesi gün. Vazodaki tüm güller boynunu bükmüştü. Suyunu kontrol ettim sorun yok. Işığına baktım sorun yok. O günün akşamı boynu bükülen tüm güller öldüler. Çiçek çiçeksepeti.com’dan gelmişti. Internet aracılığıyla satılan çiçeklerin ömrü de Internet’le başlayan ilişkilerin ömrü gibi oluyor. Kısa sürüyor. Siz siz olun birine çiçek gönderecekseniz, sokak aralarındaki çiçekçileri seçin.