Nuran YILDIZ

TERÖR MESAJIN KENDİSİDİR

----- 21.09.2011 - 00:01 -----

Cumhurbaşkanı Almanya’da.

Başbakan ABD’de.

Bomba patlıyor. Ankara’da. Başkentte. Kızılay’da.

Yani. Türkiye’nin tam ortasında. Göbeğinde.

Terör bir amaç için kullanılan bir yöntem değildir. Terör iletişim yönteminin kendisidir. En vahşi, en kanlı iletişim yöntemi.

Bir örgüt, bir oluşum, bir kurum, bir devlet, karanlık bir yapı, kirli bir el birilerine mesaj veriyor.

“Dediklerimi yap yoksa gelir seni burnunun dibinde yok ederim” diyor. Korku, endişe, panik üretiyor.

İletişimde temel şema şöyledir: Kaynaktan alıcıya mesaj gönderilir. Alıcı o mesajı yorumlar yeniden kaynağa gönderir.

Anlatabildim mi?

Not: Yazının başlığı 2003’de, Radikal’de yazdığım bir yazımın başlığıdır.

BEN ÖLÜRSEM…

Doğan Yurdakul. Eşinin cenaze törenine katılabildi. Binlerce yılın suçlusu gibi, onlarca görevlinin arasında. Bu ülkeyi en çok sevenler, bu ülkenin en çok hırpaladıkları oluyor hep.

Mezara toprak atarken hemen arkasında duran cezaevi aracına baktım. Gazetedeki fotoğrafta. Etrafını çevreleyen görevlilere baktım. Acısı olan adam ağırlaşır, istese de kaçamaz bir yere oysa. “Git” desen gidemez, olmak istediği yerdedir zaten.

Aylardır elini tutup, ağrılarını hafifletemediği eşiyle arasında bir kürek boyu mesafe vardı şimdi.

Kalabalıkta değil, yalnız olmalıydı orada. Oturup eşiyle dertleşebilmeliydi. Günlerdir içinde birikenleri tek tek dökebilmeliydi. Yalnız başına vedalaşabilmeliydi.

Eğilip eşinin mezarına, içinde kalan tüm güzel sözcükleri, minnetleri, sitemleri, teşekkürleri edebilmeliydi.

Sevdiklerimiz. Başımızı, yüreğimizi, sözcüklerimizi kucağına çekinmeden koyabildiklerimizdir.

Kendi cenazemi düşündüm. Doğan Yurdakul’un o mağrur duruşuna bakarken. Cenazede kalabalıkları sevmem hiç.

Geçenlerde, Rektörüme “Vasiyetimdir, ölürsem üniversitede tören falan istemiyorum. Hastaneden mezarlığa yeterli” demiştim.

Kimse ölüm üzerine konuştuğunuzda ciddiye almıyor. Rektörüm de “Nerden çıktı şimdi bu” dedi, konuyu kapattı.

Sevdiklerimiz dışında kimse olmasın cenazede. İkiyüzlü bir yolculuk olmasın o kısa mesafe.

Kalabalıkta güneş gözlüklü insanlar oldum olası sinirime dokunur. Birbirleriyle cenazede özlem gideren insanlar da yeterince sinir bozucu. Acıları ölçer gibi bakan meraklı gözler istemem. Yattığın yerden kalkıp tavır koyacak halin de yok.

Hocaların hocası Kurthan Fişek yıllar önce “Cenazeler Müslümanların kokteyline dönüştü” yazmıştı köşesinde, hiç unutmadım.

Bizi sevdiklerimiz gömsün. Yaşarken söyleyemediklerini, öldüğümüzde fısıldayacak fırsatı bulsunlar.

Hiç öyle olmuyor. Bir yığın gereksiz kalabalık oluyor hep. Ölünce iç dökmeye gerek kalmayacak şekilde yaşamak lazım o yüzden. Söyleyeceksek, yaşarken söyleyelim. İyiyi de kötüyü de. Belki ölenin verecek bir yanıtı vardır…

AKLIMDA KALAN

“Seyircisiz maç”: Eskiden, futbolda takımların oyunları ve hakem kararları tartışılırdı. Şimdi onlar dışında her şey tartışılıyor. Federasyon çözmeye çalıştığı her sorunu kördüğüme çeviriyor. Kördüğüm listesi uzun. Şimdi de, bu karmaşada seyircisiz maçları kadınlara ve 12 yaşından küçük çocuklara açtılar. Fenerbahçe-Manisaspor maçı öyle oynandı. Federasyon şirinlik yapıyor güya. Oysa “seyircisiz maç”a kadın seyirci almak, onları seyirciden saymamak anlamına gelebilir. Bir tür kadınları etkisiz eleman durumuna getirmek gibi bir şey. Hem varsınız, hem de yoksunuz demek gibi. 12 yaş üstü erkeklere de cinsiyetten ceza vermek bu. Eğer seyircisiz oynanan maçın amacı kulübe gelir sağlamayı önlemekse, ya bilet satmazsınız ya da bilet gelirini sosyal sorumluluk projelerine harcarsınız. Yok eğer, cezalı kulübe taraftar desteği sağlanmasını önlemekse, siz hiç fanatik kadın taraftar görmemiş olmalısınız.