Nuran YILDIZ

ONLARINKİ GAF DEĞİL, UMURSAMAZLIK

----- 26.10.2011 - 00:01 -----

Bir insanın da, bir nesnenin de kalitesini zor durumda kalınca anlarsınız.

Yağmur yağmazsa ayakkabınızın su alıp almadığını, kriz olmazsa bir insanın eline, ağzına, aklına hakim olup olmadığını anlamazsınız.

Habertürk Tv’de, Duygu Canbaş “Deprem Van'da oldu ama hepimizi sarstı. Hepimiz yıkıldık” dedi. “İstanbul’dan gerisi tufan” bakış açısı bu, Duygu’nun suçu değil.

ATV’de, Müge Anlı “Dağlarda vuruyoruz. Sonra bir şey olunca da asker gelsin, polis gelsin diyoruz. Dengeleri kuralım. Zor günlerde canım cicim. Kuş avlar gibi avlamayalım bunları. O kadar kolay değil. Herkes haddini bilecek..." diyor. Belli ki Anlı, kafasına göre takılıyor. Öyle olduğu için sevmiyor muydunuz o güne kadar?

TRT Haber, Elif Akkuş telefonla bağlandığı konuklardan İstanbul depremiyle Van’ı karşılaştırmalarını istiyordu. İzleyicilerin bu yersiz analizi merak etiği fikrine saplanıp kalmıştı.

Elif Akkuş’a telefonla bağlanan Türk Telekom yetkilisi evlere şenlikti. Bir yandan ölenlere değil de kalanlara rahmet diliyor bir yandan beddua eder gibi “Umarım enkazda yakınlarını bulurlar” diyordu.

Internet dünyası “gaf” deyip geçti ama onlarınki gaf değildi. Elbette canlı yayın gerilimi olur. Elbette acı olaylarda yayın yapmak kolay değil.

İyi de, bu isimlerin hiç biri ne televizyon işinde yeni, ne de acemi. Hepsi deneyimli. Ağızlarından çıkan lafı kulaklarının duymamasının bir tek nedeni var: televizyon işi öyle laçka bir hal almıştı ki titizlenmeye ihtiyaç bile duymuyorlardı.

Yaptıkları yanlışın tek nedeni umursamazlıktı. Gaf yüzeysel, umursamazlık derin konu.

BİR DEKOR OLARAK DEPREM ENKAZI

Hürriyet’in “dört yüz”ü deprem bölgesinde güya. Çekmişler janti giysileri. Arkalarına almışlar deprem enkazını. Gazetenin en iş bitirici foto muhabiri Sebati Karakurt’a poz vermişler. Hollywood starlarına taş çıkarırcasına rol kesiyorlar.

Yüzlerinde müstehzi bir ifade, sanırsınız deprem bölgesinde değiller de, Kenya’da turistik gezideler.

Arkada enkaz. Geride askerler. Kurtarma ekipleri. Fotoğraf tamam.

Duruşlar “Fantastik Dörtlü” filminden fırlamış gibi adeta. Haberin önüne geçiyorlar diyemeyeceğim, ortada haber yok. Sadece izlenim.

Ceplerinde üzerinde yükselecekleri acıklı hikayeler.

Medya soytarılar dünyasına döneli beri, beklentilerimiz en alt sınırda olsa da Enis Berberoğlu ve Sedat Ergin’e sormak lazım şimdi: Acı, kan ve vahşetten beslenen yeni bir canlı türüyken medya, insanların başlarına yıkılmış evleri dekor yapmayı kendinize yakıştırdınız mı?

AKLIMDA KALAN

Atilla İlhan’ın ölüm yıldönümü: Usta şair ölümünün altıncı yılında anılıyor. Şairlerin ve şiirlerin değil, okurların eskidiği günlerde Atilla İlhan’ı, çoğumuzun aşkımızı ilan etmek için ezberlediği şiirinden alıntıyla selamlamak istedim. Belki bu acı üstüne acı sağanağında, aşk üzerlerini örter, ruhları dinlenir aşıkların:

BEN SANA MECBURUM
Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum.
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum.

Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum sen yoksun.

Belki Haziran’da mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telâş içindesin
Kötü rüzgâr saçlarını götürüyor.

Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız lakin ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olunmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin...