Nuran YILDIZ

BU SORULAR İÇİN ZEKÂ GEREKMEZ

----- 13.12.2011 - 08:01 -----

İmam Hatip liselerinde okuyan gençleri avukat, doktor, mühendis yapan Hükümet, sokaktaki adamı “imam”, “hatip” yapmak için sınav açıyor. Mantıklı mı?

Atanamayan öğretmenler “Öğretmen olarak hizmet vermek istiyoruz” diye melerken, kulaktan dolma din bilgisi var diye cahile 1000 kişilik “mele” kadrosu açmak saçma değil mi?

Sayısı 50’yi geçen iletişim fakültelerinden her yıl yüzlerce işsiz gazeteci mezun olurken, Anadolu Ajansı’nın “Haber Akademisi” kurması akıllı işi mi?

ANNEANNE…

İki gün önce anneannemi kaybettim. Tam bir Anadolu kadını denir ya, öyleydi. Kapı gibi.

Hepimizde aynı his vardı: Arkamızda o varsa korkmazdık. Öyle bir güven yaratırdı.

Benim titizliğim nedense onu panikletirdi. Geleceğimi öğrenince, tertemiz evi o sırada hangi gelini yanındaysa bir daha kontrol ettirirdi.

Dayılarımın eşleri “Biz varken sen gelme, hepimize alarm veriyor” diye dalga geçerlerdi.

Anneannemden bir şey isteyecekleri zaman, kulağıma eğilip fısıldarlardı “Hadi sen söyle, sana hayır demez.” Suç ortakları olurdum. Onlara “olmaz” diyen anneannem, bana “olur” derdi.

Anneannem genç bir kadınken dedem, işlediği suç nedeniyle jandarmalar tarafından tutuklanıp muhtarın evinin kümesten bozma bodrumunda hapse atılmış.

Suçu, evlenmelerine izin verilmediği için kaçan iki sevgilinin kendi evinde bir gece kalmalarına izin vermekmiş.

Dedemin tutuklandığını duyan anneannem, kilitli kapıya omzunu vurup açmış, dedeme de “çık dışarı” diye bağırmış.

Önünü kesmeye çalışan muhtara “Bana bak muhtar efendi, benim kocamı kimse senin sinekli kümesinde yatıramaz, çekil önümden” diyerek kenara itmiş.

Dedemin, karısı tarafından kurtarılan adam ezilmişliğiyle başı önde yola düşmesi, anneannemin onun arkasından başı dik salına salına yürümesi bir efsane gibi anlatılır.

Öyle bir anneannenin torunu olmak itiraf edeyim zordu. Sevdiklerimize siper olmak bize ondan miras.

HAMDİ AKIN’I NEDEN SEVERİM?

Parası çok olan adamlardan oldum olası hazzetmem. Nedenini çok düşündüm bu durumun. Acaba onları sömürünün bir simgesi olarak mı görüyordum?

Çevrelerine yukarıdan bakan tarzları mı rahatsız ediciydi?

Ya da bir tür klan usulü, hep kendi gibilerle takılıp, gerçeklerden izole hallerine mi sinir oluyordum?

Sonra bir gün aradığım yanıtı buldum.

Parayı karakterlerindeki yırtıklara yama yapıyor oluşları, zaaf ve komplekslerini banka hesaplarıyla kamufle etmeye çalışmalarıydı onları itici bulma nedenim.

Hamdi Akın’ı sevmem önemli o yüzden. Espri yapabilen, kendisiyle dalga geçebilen bir adam. Adamın öylesi yanındakini iyi hissettirir.

Kasmaz. Germez, gerilmez. Rüzgardan nem kapmaz. Onunla sohbet ederken ülkenin en zengin adamıyla sohbet ettiğiniz aklınızın ucundan bile geçmez. Zeka bağlamında eşitler arası bir muhabette bulursunuz kendinizi.

Hafta sonu klas fotoğraflarıyla süslenen, Hürriyet Pazar söyleşisinde yine dalgasını geçmiş Hamdi Bey, “Her genç erkek gibi ben de pul koleksiyonu yaptım; çok da faydasını gördüm” demiş.

Para mı ona espri yaptırıyor, esprili yaklaşımı mı para kazanmasına yol yapıyor, ne dersiniz?

AKLIMDA KALAN

Zamanlama, dostluğu bir sınama biçimidir saptaması: Hayat bizi hep test eder. O testler de gerçekte ne olduğumuzun raporlarını tutuşturur elimize. İyi insanız deriz. Güvenilir olduğumuzu söyleriz. Sağlam karakterliyizdir. Kim zordaysa yardıma koşarız, fırtınada sığınılacak limanızdır. Dostluğumuz tartışılmazdır. Ağlayana göğsümüzü hazır tutarız. Adam gibi adam imajı yayarız. Söze döktüğümüzde herkesi kendimize hayran bırakır, insanlıkta en yakındakine açık ara fark atarız. Öyle sunarız kendimizi, sözde. Ama hayat tuhaftır. Test edecek gizli sınavlar hazırlar hep. Test etmenin en iyi yöntemlerinden biri zamanlamadır. Bir dostunuzun tam da size ihtiyacı olduğu zamanda orada yoksanız, işiniz çıkmışsa ne tesadüf, o sınavdan kalırsınız. Gerçekten işiniz varsa, üsluba bin kez özenir, özür dilersiniz. Aslında doğrusu, işiniz çıksa bile, aynı anda iki yerde olmayı başarabilmektir: Dostunuzun yanında ve işinizin başında. Son günlerde hayli keyifsiz bir arkadaşım, dostlarının ilgisine ihtiyaç duyuyordu. Çok yakın bir dostunu arayıp kendisini gittiği yerden alırsa sevineceğini söylemiş, ilgi istiyor ya. Arkadaşı bizimkini alamayacağını söyleyip gerekçe olarak “Çok yoğunum” demiş. “Olabilir, belki de yoğundur” dedim, arkadaşım yanıtladı: “İyi de daha gideceğim saati bilmiyordu ki…” Duramadım, sordum: “Madem öyle, sana salak muamelesi yapan birine selam vermeye devam edecek misin?” Sustu. Yaşadığı hayal kırıklığının söze ihtiyacı yoktu. Böyle durumlarda ben hayalleri kıranı değil, kırılanı suçlarım. Kendinden başka hiç kimseye güvenemezsin! Aslında tüm mesele isteyip istememe meselesi. Gerisi bahane. İş yoğunluğu ise en ipe sapa gelmez bahane, bize hayat böyle öğretti bunu.