Nuran YILDIZ

LİMİTSİZ KREDİ KARTI

----- 23.01.2012 - 00:01 -----

Baştan belirteyim ki, bu yazının yazarının limitli ya da limitsiz kredi kartı yoktur. Zamanının bir kısmını kredi kartı olan tanıdıklarının ruh halini çözmek için harcar bu nedenle.

AB’den sorumlu Bakanımız Egemen Bağış’ın, “Türkiye, elindeki limitsiz kredi kartı olan biri gibi farklı bir özgüvenle artık dünyada hareket edebiliyor” sözleri üzerine kara kara düşünmeye başladım.

Elinde limitsiz kredi kartı olan kaygısızdır.

Harcamasının şeklini de, miktarını da o anki keyfi bilir. Umursamazdır.

Alışverişlerinin rasyonel bir gerekçesi olması gerekmez, tek kriter canının istemesidir.

Maceraperesttir, heyecanı abuk sabuk şeylerde arar. Değişiklik peşinde koşar.

Kolay canı sıkılır. Durup dururken estetik ameliyat yaptırıp orasını burasını kestirir.

Fiyat sormadığı için değer de bilmez.

Tatminsizdir, hep daha fazlasını ister.

“Yarın ne olur bu dünyanın hali” endişesini hiç yaşamaz.

Eskilerin tabiriyle “hovardalık” eder. Laf aramızda, güvenilmezdir.

Kalabalığı çoktur, ondan artan kırıntıya tamah eden çok olduğundan, dostu ise yoktur.

Şimdi Egemen Bağış’ın bu sözleri Türkiye için olumlu mudur, olumsuz mudur siz karar verin.

KANLI BİR SAVAŞ

Bir süredir kıyasıya çarpışıyorlar. İkisi de yazılarında diğerinin adını vermiyor. Ama ikisinin de kalemi keskin, vuruşları kıyasıya: Yılmaz Özdil – Ahmet Hakan.

Ahmet’i çok yıllardır tanırım. “Dönekliğin” tadını çıkarır ama sanıldığı kadar dönmüşlüğü yoktur. Biraz öykünme belki. Her mahalleye aynı uzaklıktadır, mahallesizdir yani. Çoğu köşe yazarı gibi yalpalamaz, onunki bir üsluptur sadece.

Özdil’le tanışıklığım birkaç yıllıktır. Kavak ağacı gibidir, dosdoğrudur. Kırılır, eğilmez. Eyvallahsızdır. Mahallesi vardır ama mahallesinde huzur yoktur. Adam gibi adamdır kısacası.

Günlerdir aynı gazetede, sessiz ama derin, sessiz ama keskin bir kalem kavgasındalar. Birbirlerinin gözünü oyuyorlar sözcüklerle. Bilenler, heyecanla izliyor tenis topunun gidiş gelişini izler gibi. Bilmeyenlerin ruhu bile duymuyor.

Ahmet 7 Ocak’ta “Bari bunu yapma” dedi Özdil’e ve onu Uludere yazısı için eleştirdi. 17 Ocak’ta “Anlayana” diyerek, dolaylı ve ağır dokundurdu.

Son söz Özdil’de kaldı. Dün, “Hümanist ayaklarına yatıp eveleyip geveleme. Açık açık söyle şuursuz cüce. Kim’liğimi kaybettim. Hükümsüzdür de”, yazdı o da. Bakalım Ahmet ne yanıt verecek?

Kıyamet kopuyor satırlarında ikisinin de, ama yumruklarına havlu sarıyorlar, iz bırakmasın diye.

SEVGİLİ OKURLARA NOT

Belki öğretim üyesi, belki de iletişimci olmamdan bilmiyorum. Hepsi de çok saygıdeğer olan okurlarımdan bazıları şahsen tanışmak istiyor, bazıları da derslerime konuk dinleyici olarak katılmak. Her iki durum da çok şımartıcı ama ne onca tanışma için ayıracak zamanım var, ne de derslerim dışarıya açık. İlginize teşekkür ederim, olumlu yanıt veremeyeceğim için de özür dilerim.

AKLIMDA KALAN

Kadınsı bir isyan: Göksel’in “Bende Bi Aşk Var” albümü elimde. Yine birbirinden güzel şarkılar var içinde. O bir albüm çıkarmışsa, tamam diyorum benlik bir şeydir. “Bende Bi Aşk Var” da tam benlik olmuş. Çıkış şarkısı “Acıyor” naif ve derin. Yürek oyucu. Şarkıda vurucu olan “acıyor” sözcüğündeki tekrarlar. Çocukluğumuzda canımız yandığında sızlandığımız gibi… İsyanıma gelince… Göksel’in fotoğrafları. Başka ve şahane bir kadın olmuş. Fotoğrafları sevgili Cem Talu(ğ) çekmiş. Muhteşem adam. Sevgili dost. Her kadın gibi ben de güzel fotoğraflarım olsun isterim. Ama fotoğraf makinesi ve ben birbirimizden hiç hoşlanmayız. Fotoğraf çektirmek kabus gibidir. Çektirmem. Cem’in medyada yer alan her harika fotoğrafından sonra karşısına geçer, boynumu büker “Ben de istiyorum” derim. Her defasında “Olur” der, “sana uygun zamanda haber ver, hazırlık yapayım çekeyim.” Hazırlık! Gıcık olurum. Giyilecek şey, yapılacak makyaj. Popçu değilim, topçu değilim, hiç öyle hazırlıkla işim olmaz. Ben istiyorum ki Cem’in vizöründen fotoğraflarım çıksın gelsin, ben bir şey yapmayayım. Cem “Öyle bir teknik icad edilmedi daha” diyor. Sonuç; Cem benim yakınım ama başkalarının şahane fotoğraflarını çekiyor!