Nuran YILDIZ

“BEN SENİ DEĞİL, SEN BENİ KURTARABİLİRSİN…”

----- 11.04.2012 - 00:01 -----

“Gelemiyorum” diyordu telefonda arkadaşım, “Meral Okay’ın cenazesine katılacağım.” Bir televizyonun yöneticisiydi, Ankara’da yemek yiyecektik. Gidilen cenazeler, birlikte yenecek yemeklerden daha çok oluyor artık.

Tanışmadım. Meral Okay’la. Ortak tanıdıkların anlattıklarından bilirim. Bir Ankaralı, bir Ankaralıyla İstanbul’un orta yerinde karşılaşınca gözlerinden bir el uzanır…

Tanışmadım ama sevdim. Sıra dışı olduğu için sevdim.

Üretken olduğu için sevdim.

Ölümünden yıllarca sonra bile bir adama aşkını koruyabildiği için sevdim.

Yaklaştığını bildiği ölümü, hayattan kopuş değil de yıllardır özlemini çektiği aşkına kavuşma olarak kabul etmesini çok sevdim.

Gazete, televizyon dolaşıp hastalık ticareti yapanlara inat, sessizce verdiği mücadeleye hayrandım…

Dostlarına düşkünlüğünü sevdim. Koruyup kollamasına, onlara fırça atıp kanatlarının altına almasına özendim. Öyle dostu olan birini, kimseler yıkamaz derdim.

“Çılgın kalabalıktan uzakta” durabilmesini sevdim.

Aşk acısıyla da, hastalığın verdiği acıyla da yazarak baş edebilmesine hayrandım...

Yaşam felsefesini… O felsefenin dizi diyalogları arasına işlenmesini sevdim. Onun dizilerini, o diyaloglar yüzünden sevdik biz.

Kaybedilmiş aşklar zamanına inat, büyük aşklar yaratmasını sözcüklerle. Sevdim.

Kızılay’ın arka sokaklarında, İzmir Caddesi’nde, Maltepe’de, AST’ta, Akün’de biçimlenen ruhunu, İstanbul’a hiç teslim etmeyişini sevdim.

Onun duruşunda da Ankaralı olmasının payı vardı. Ankara’da sanat ortamını solumanın, karakterinin Ankara’da oluşmasının…

Bir Ankaralıyla tanışınca gözlerinin içi gülermiş. Yakın bir akrabası gelmiş gibi uzak bir şehirden, tanımadan severmiş içinizden Ankara geçmişse…

Ankara’dan gidip, İstanbul’da tutunmak için kendisine gelenlere “Ben seni değil, sen beni kurtarabilirsin” dercesine bakarmış, şefkatle..

Çıkarın İstanbul sanat ve kültür dünyasından yolu Ankara’dan geçmişleri, geriye içi boş, parlak bir ambalaj kalıyor.

Bir Ankaralı bir hayattan gider, kimsesiz, korunaksız kalanları bir telaş alır.

Ölümüyle üzüldüm. Tüm güzel sözcükleri alıp gittiği için.

Ölümüyle üzülmedim. Şimdi sevdiği adamın kollarında, biriktirdiği sözcükleri ona söylediği için.

KORKUYORUM

Artık çekine çekine, dikkatle yazmam gerek. Bu bildiğiniz korku değil, zarar vermek istemediğim insanların incinmesinden korkmak sadece.

Fehmi Beyin fasıllarını yazıyorum, aramayan kalmıyor. Telefonum susmak bilmiyor.

Bir politikacıyı eleştiriyorum, danışmanı ertesi gün karşımdaki koltukta oturuyor.

Başka bir politikacı, “Beni yaz” diyor, “Gazeteler var” diyorum, “Yok diyor”, “sen yaz, benim için önemli…” Kafayı yiyeceğim.

Bir soru soruyorum; mesela TİM’in, “Bir Zamanlar Osmanlı” dizisine neden sponsor olduğu hakkında. Ekonomi yazarları ardına düşüyor, yanıtı da posta kutuma geliyor.

Özel bir kadından söz ediyorum, gazeteler, televizyonlar kaçırmıyor.

Anlamıyorum. Neden böyle oluyor?

AKLIMDA KALAN

“Bir insanla böyle konuşsan, yüreğini eritirsin” saptaması: Sizi bilmem ama benim pek normal arkadaşım yok gibi. Buzdolabının önüne çişini yapan Pekines cinsi köpeğini almış karşısına konuşuyor. Kendisini hiç sevmediğim köpek, patilerini yere yaymış, başını kaldırmış, gözleri arkadaşımın gözlerinde bakıyor. Bizimki anlatıyor. “Bak Luca” diyor, “Bunu neden yaptın? İlgi çekmek için yaptığını biliyorum ama böyle bir yere varamazsın. Bu davranışlarınla ilgimi çekmekten çok beni uzaklaştırıyorsun!” Köpek kafasını öbür tarafa çevirince bizimki sesini yükseltiyor: “Lütfen bana bak!” Köpek bakıyor. “Seni ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun. Böyle yapmakla nereye varmaya çalışıyorsun?” Ben bu saçma diyaloğa daha fazla dayanamayacağımı belirtip “Sen hastasın” diyorum arkadaşıma. “Bu kadar düzgün iletişimi bir insanla kursan o insan bile senin köpeğin olur.”