Nuran YILDIZ

GREV VE İŞTEN ATILMAYA BİR DE BURDAN BAKIN…

----- 04.06.2012 - 00:01 -----

Korsan taksi yasasının içine THY çalışanlarına grev yasağı kondu.

THY çalışanları protesto gösterileri yaptılar.

Protestoya katılanların bir kısmı işten atıldı.

Medya haber yaptı. Yorumcular eleştirdi.

Yasa çıktı, Cumhurbaşkanı onayladı.

Bitti.

Yeni dünya düzeni üzerine sistematik okuma yapmayanlar olup bitenleri anlamaya çalışıyorlar.

Demokrasi sürekli gelişen bir şey ise, bu gelişme kimleri kapsıyor olabilir? Başka bir deyişle, demokrasi şemsiyesi altına kimler girebiliyor, kimler giremiyor?

Demokrasiye dair pek çok soru onu nasıl tanımladığınıza göre yanıt bulur.

Salt askeri vesayetten kurtulma olarak bakarsanız, demokrasimiz almış başını giderken, insan hakları konusuna gelince olanları anlamak her geçen gün zorlaşıyor.

Sermayenin hakları servetlerine paralel belirlenirken, çalışanların hakları ne hikmetse geriye gidiyor. Sanki hızla Eski Yunan’da efendilerle kölelerin ayrışması gibi bir ayrışmayı anımsatıyor durum.

THY’de, grev yasaklamasını protesto edenler, tazminatsız olarak işten kovuluyor. Başbakan gerekçeyi “millet zarar görür” şeklinde açıklıyor. “Grev”in tatilden farkının, milletin durumu hissetmesi olduğunu bilmiyor olabilir mi?

Durum yalnızca THY ile sınırlı kalmayacak. Başka sektörlerde başka gerekçeler bulunacak işçilerden kurtulmak için. Küresel ekonominin gerçeği bu. Küreselleşme beyazları daha beyaz yıkamıyor yani.

Örneğin İtalya’da FİAT, krizi gerekçe göstererek işçileri fabrikaları kapatmakla tehdit ediyor. Şirketin CEO’su Marchionne, çok satan modellerinden Panda’nın üretimini Polonya’dan Napoli’ye çekme düşüncesini açıkladığında tarih Haziran 2010’du.

Fabrika çalışanlarından ricası ise daha fazla çalışmalarıydı. 6 gün, haftada 18 vardiya çalışacaklardı ama işçilerin haklarını ilgilendiren grev kararının yasaklanması, hastalık izinlerinin kaldırılması gibi düzenlemeleri de kabul edeceklerdi.

İşçiler elbette bu koşulları kabul etmediler. Hiç değilse başlangıçta kabul etmediler demek daha doğru. FİAT yönetimi kararların oylanmasını önerdi. Şirket oylama sonucuna göre hareket edecekti. Oylama içeriğini ise şöyle belirlemişlerdi: Evet oyu çıkarsa, Napoli’deki fabrikaya yatırım yapılacak ve Panda o fabrikada üretilecekti, hayır oyu çıkarsa fabrika tamamen kapatılacaktı!

Çalışanlar ya zor koşullarda çalışmayı kabul edecekler ya da işsiz kalacaklardı.

Marchionne, 2010 yılı kârını 2 milyar Euro olduğunu, çok daha iyi durumda olmak için önlerindeki engelin İtalya’daki işçi sendikaları olduğunu belirtmekte hiçbir sakınca görmedi. Bu sadece bir iş ve hedef meselesiydi, işçiler ise sadece bir ayrıntı.

Kâr oranlarını yeterli bulmayan şirketler ucuz (ve de korunaksız) işgücünün izlerini sürüyorlar. Afrika ülkelerindeki yoksulluk iştahlarını kabartıyor. No Logo’da Naomi Klein anlatıyor (2002:17): Jakarta’da , Kawasan Berikat Nusantar sanayi bölgesindeki Kaho Indah Citra konfeksiyon fabrikasında günlüğü 2 dolara çalışan işçiler, uzun çalışma saatleri ve emeklerinin yasal oranda karşılığını alamadıkları için greve gidiyorlar. Yönetim çözüm öneriyordu: Fazla mesai artık isteğe bağlı olacaktı. 2 bin işçi işlerinin başına döndü ancak grevi organize eden 101 genç kadın kovulmuştu.

Küresel ekonomi, fazla işgücünden kurtulmak için krizleri bahane olarak kullanır. Ona bu ortamı sağlayan ise politikalar, teknoloji ve artan işsizlik değil midir?

YALÇIN AKDOĞAN’DAN YANAYIM

Başbakanın en yakın çalışma arkadaşı Yalçın Akdoğan, Star’da medya değerlendirmesi yapmış.

Ahmet Hakan da itiraz edip “Böyle danışman olur mu” demiş.

Konuya girmem şart oldu. Akdoğan özetle diyor ki;
Halkın gündemiyle medyanın gündemi farklı.

Gazete tirajlarının düşüklüğü ilgisizlikle ve tembellikle açıklanamaz.

Medyanın destekledikleri elenirken, medyanın eleştirdikleri alıp başını gidiyor.

Ahmet’im de diyor ki “Bunlar güncelliğini yitirmiş tezler.”

Bu konuları kahvehane muhabbetinden çıkarıp bilimsel sonuçlara ulaşmak için Müdürlüğünü yaptığım İletişim Araştırmaları Uygulama Merkezi olarak “medya tüketimi” araştırması yapıyoruz.

Yine de söyleyeceğim şudur, bu konudaki fikrim Yalçın Akdoğan’a yakın, Ahmet’e uzaktır.

Öyleyse, Başbakanın adamları da medya ve siyaset arasındaki yarığın farkındaysa, gazetecilerle dertleri nedir?

O da başka bir yazının konusu.

FANUSTA BÜYÜYEN BEBEKLER CAİZ MİDİR?

Ülkemizin en önemli kadın doğum uzmanlarından Prof. Dr. Hakan Şatıroğlu’na kürtaj ve sezaryan tartışmalarını sordum.

“Binlerce yıllık bir tartışma bu” dedi, “her dönem farklı yanıtlar verilir.”

Haklı, her siyasi iktidar, tahakkümünü önce insan bedeni üstünde kurar.

Bebeğin normal doğum yolunu takip etmesi gerektiği, kutsal kitaplarda yazmadığına göre nereden çıkıyor? Bebeğin nereden çıkacağı biraz da anne becerileriyle ilgili değil midir? Başarabiliyorsa ağzından çıkaramaz mı?

Tüp bebek sektörünü nasıl açıklayacak ulema? Ya da erkeğin karnında büyüyen bebeği?

Hakan tıp dünyası, gebeliğin anne bedenine verdiği zararın önüne geçmek için anne karnı dışında bebek geliştirmenin yollarının araştırıldığını da söylüyor. Yapay rahimler üretmek!

Bilim kurgu filmlerindeki gibi. Fanuslarda bebeklerin projelendirildiği bir dünyada bebeğin nereden çıkacağına kafayı takmak oldu mu şimdi? Herkes nasıl doğuracağına doktoruyla karar versin.

AKLIMDA KALAN

Yanıtını bilsem de sormak istediğim sorular: Hükümet adına kürtaj yasağını savunanlar neden hep erkek? Başbakan gibi iletişimden anlayan biri “kürtaja hayır” diyecek bir kadın bulamamış olabilir mi? Ya da keyif için kürtaj yaptıran kadın var mıdır? Miss Turkey yarışmasına katılan kızlar neden çirkinler? Bu durum her alanda ortalamaların rağbet görmesiyle ilişkilendirilebilir mi? Dizilerde, özel yaşamda cinsellik tu kaka sayılırken, neden en çok satan gazetenin ilk sayfası, manşetinde “öğretmene seks davası”, “mezar taşına metres yazın” köşe yazısı ve de çocuk pornosu haberlerinden oluşur?