Nuran YILDIZ

KİM DERDİ Kİ BİRGÜN TÜRKÖNE’YE HAK VERECEĞİM?

----- 09.07.2012 - 00:30 -----

Ne politik ne de akademik duruşunu dikkate değer bulduğum biridir Mümtazer Türköne. Günebakan gibidir, gün ne taraftaysa o tarafa döner diyeceğim, günebakana yazık.

Internet medyasında gözümüze soktukları için Demirel üzerinden Mülkiye analizi yaptığı yazıyı okudum.

Demirel, Darbeleri Araştırma Komisyonuna “27 Mayıs’ta tüm suç Mülkiye’deydi” minvalinde bir şeyler söyleyince, Türköne de Mülkiye avukatlığına soyunmuş. Onun avukatlığından en çok Mülkiyeliler rahatsız olmuştur eminim.

Mülkiye’nin sahip olduğu tüm değerlere saldırarak kendisine isim yapmış birinin Mülkiye avukatlığına soyunması da ayrı mesele ama konunun o kısmını geçelim.

Türköne’nin iki cümlesi var ki birini düzeltmek, diğerini alkışlamak gerek.

Türköne’ye göre “Demirel’in Mülkiye’ye attığı çamur sadece geçmişte kalan bir hesabın ifadesi”ymiş. O hesabı da, Mülkiye’nin Demirel’i hep küçümsemiş olmasına bağlamış.

Oysa Demirel ile Mülkiyeliler aynı sosyolojik tabanın ürünleri. Birbirlerini küçümseyemezler. Birkaç hocanın Demirel’e aldığı tavırdan yola çıkıp bir genelleme yapılamaz.

Elbette Mülkiye ile Demirel’in bir hesabı var ama o hesap kişisel değil. Amerikancı Menderes’in, devletçi Mülkiye için “Mülkiye dediğin nedir ki, buldozer gönderir yerle bir ederim” sözleriyle özetlediği tarihsel bir husumetle ilgilidir.

Türköne’nin yazıp da benim de katıldığım cümle ise şöyle: “Askeri vesayetin 50 yıl sürmesinin sebepleri araştırılsa, Demirel’in üstlendiği rol yüz kat daha fazla çıkacaktır.”

Amerikalıların Türköne gibiler için söylediği bir söz var: “Goodmorning after supper!” Bu gerçeği fark etmek için hayli geç kalmış olması akademik duruşla, fırsatçı duruşu karıştırmasından mıdır bilemiyorum, bildiğim yıllardır “Darbelerde siyasetçilerin rolü araştırılmadan darbe analizleri yapılamaz” dediğim için Türköne’gillerden “askerci” etiketini yemiş olduğumdur.

Hiçbir harfine katılmadığım Türköne’nin bir cümlesine katılmış oldum. Daha doğrusu kendisi benim durduğum yere gelmiş oldu. Siz de benden tevazu bekleyin.

TAM BİLİRKİŞİLİK!

Medya dünyasında Acun Ilıcalı hüküm sürdüğünden kimseden onun aleyhine laf çıkmıyor.

Oysa Acun’un yarışmasına katılan Merve Büyüksaraç çıkıyor “O yarışmada hiçbir şey gördüğünüz gibi değil” diyor.

Dünyanın en sağır medyasında ya Acun yalakalığı yapılıyor ya da konuya duyarsız kalınıyor.

Bir iletişim hocası olarak o genç kadının doğru söylediğine inanıyorum.

Konu mahkemelik. Sözleşmelerinde büyük olasılık “sırları ifşa eden için çok milyon dolarlık tazminat” maddesi olmalı ki yarışmacılar Merve’nin değil, Acun’un yanında duruyorlar.

Bu davayı iletişim fakültelerinin radyo-televizyon hocalarının bilirkişiliği çözer.

Mahkeme heyetinden ricam, bilirkişileri medyayla içli dışlı olmuş hocalardan değil de ağırlığı kuram ve eleştiriye verenlerden seçmeleri. Ancak o akademisyenler Büyüksaraç’ın söylediği “yarışmada kurguyla yeni bir gerçek yaratılıyor” sözlerine hakkıyla rapor verebilir, gerçeğin yerini kurgunun aldığını kanıtlayabilir.

AZİZ YILDIRIM’I BEKLEYEN TEHLİKEDE İLK PERDE

Daha geçen hafta yazmıştım, mahpushanenin izole ortamında imaj yönetmek kolay da dışarı çıkınca zor diye. Aziz Yıldırım’ın tutuksuz günlerinde iletişim yönetiminde çuvallanacağını yazmıştım.

Dakika bir, gol bir derler buna.

Özgür uyandığın ilk sabah, en büyük gazetenin köşe yazarı kahvaltıya çağrılır mı?

Hadi diyelim, insanlık icabı çağırdın, ona “mahpushanenin tuvaletlerini alafranga yaptırdım, koğuşlara klima taktırdım” denir mi?

Böylece mahrumiyet-mağduriyet psikolojisine köküne balta vurulur mu?

BODRUM’A DAİR KİŞİSEL GÖZLEMLER

Güya kafa dinlemeye geldim birkaç günlüğüne. Grup etkisiyle Bodrum’un kalabalığına karışmak zorunda kalıyorum. Nereye baksam “Bodrum son Halikarnas Balıkçısını bekliyor” afişleriyle karşılaşıyorum. Belediye Başkanı Kocadon’un tutukluluğuna tepki ilanları her yerde.

9 yaşındaki Bora’ya iyilik yapmakla otostop yapmanın riskleri arasındaki hem ince hem de devasa farkı anlatmakta zorlanıyorum.
Köy yolunda içinde 3 kişi olduğumuz arabaya, yol kenarında yürüyen ve hayli ağır yük taşıyan bahçıvanla kardeşini alıyoruz. Bizimki bunun yardımseverlik olduğunu anlıyor ama bunu her zaman yapmamak gerektiğini anlatmakta zorlanıyorum. Yıllar önce klasik müzik sanatçısı genç bir adamın arabasına aldığı bir adam ve kadın tarafından katledilişini anlatmadan yapmak daha da zor oluyor.

İnsanın doktorlarının çoğuyla aynı köyde tatil yapması kadar sevimsiz bir şey olabilir mi? Plaja gidiyorsun doktorun tepende “Güneş alerjini unutmuş görünüyorsun, bu tependeki güneş değil mi?” Kafede oturuyorsun, öteki doktorun selamlıyor “Dişlerindeki şikayet sürüyor mu ?”

Akşamın bir saati, telefonum çalıp “Haberleri izlemiyor musun?” sorusuna “hayır” yanıtını verdiğimde yediğim fırça da cabası.

Sanırım en iyi tatil, evinden burnunu çıkarmadan geçirdiğin tatil.

AKLIMDA KALAN

Doğan Yurdakul’a yüreğimden bir selam: Önceki yazımda “iyi haberler”i sıralarken sevgili Doğan Yurdakul’un tahliyesini yazmayı unutmuşum. Sanırım tutukluluğu sırasında eşini kaybeden, hayat arkadaşının son günlerinde yanında olamayan bir adamın tahliyesindeki hüzün sevincimizi gölgelediği için. Doğan Yurdakul benim için direncin ve onurlu duruşun somutlanmış halidir. Ne kadar insan olduğumun sağlamasını ona bakarak yapabileceğim sevgili Doğan Yurdakul’a sevgilerle...