Nuran YILDIZ

TUTUKLAMALAR KONUSUNDA BAŞBAKAN SAMİMİ*

----- 28.01.2013 - 00:01 -----

Çoktandır televizyon izlemiyorum. Yeni bir şey yok. Yeni bir söz. Ufuk açıcı bir bakış. Yok. Ya kapışıyorlar ya da bilineni tekrarlıyorlar. Konuşmacıların da sağdan sola bende inandırıcılıkları yok.

Dolayısıyla Başbakan Erdoğan’ın Kanal 24’de söylediklerini gazetelerden okudum, sonra kaydı bulup kendi ağzından dinledim.

Başbakan muvazzaf subayların tutuklanmasıyla ilgili olarak diyor ki “Oralara gönderecek subayımız kalmadı, böyle şey olmaz.”

Başbakan diyor ki “Hele hele Genelkurmay Başkanını kalkar da bu şekilde değerlendirirsen bütün morali alt üst eder.”

İkinci cümleyi kendisinden pek çok kez duyduk.

Ama durumun artık gönderecek subay kalmayacak noktaya geldiğinden şikayet edişine, durumu kabullenişine ilk kez tanık olduk.

Başbakanın tutuklamalara, özellikle de uzun tutukluluk sürelerine itirazı birçok kişi tarafından samimi bulunmuyordu.

İktidara muhalif olanlara “Başbakanın bu konuda samimi olduğuna inanıyorum” dediğimde bana şüpheyle bakıp cevabı yapıştırıyorlardı: “Samimi olsa gereğini yapardı, tıpkı MİT müsteşarını koruduğu gibi.”

İktidar yanlılarına “Başbakanın tutuklamalarla ilgili tepkisini samimi buluyorum” dediğimde ise karşılaştığım sessizlikti. Hiç biri “Evet samimi” diyerek beni desteklemiyordu. Sessizlikleri kafamı karıştırıyordu. Yoksa gerçekten Başbakan Erdoğan bu konuda samimi değil miydi?

Sonra bir gün. Başbakana epeyce yakın bir arkadaşımla sohbet ederken. Ondan duyduğum cümleler kafamı netleştirdi.

Başbakana epeyce yakın isim dediğim için zihninizde isimler resmi geçidi yapmayın. Bilirsiniz görünen yakınlar var, görünmeyen yakınlar var.

Başbakana epeyce yakın isim “Başbakan bu konudan rahatsız. Hepimiz rahatsızız” dedi.

“Dalga mı geçiyorsun?” dedim, “Hem rahatsızsınız hem nasıl oluyor bunlar?”

Yakın isim ısrar etti, “Bir kere” dedi, “kendi komutanlarına bu muameleyi gösteren bir ülkenin başka ülkeler nezdinde itibarı ne olur? Bu arzu edilen bir şey olabilir mi?”

“İnanmak isterdim ama sonuçlara bakınca inandırıcı değilsin” dedim.

Devam etti, “Bizim ve elbette sayın Başbakanımızın dinimize bağlılığımız, mukaddeslerimize inancımız konusunda kimsenin bir şüphesi olamaz. Hazreti Muhammed (S.A.V.) efendimiz, Uhud ve Hendek Savaşlarında kendisine karşı savaşan kafirlerin komutanlığını yapan Ebu Süfyan Bin Harb’ı bile affetmiştir. Varsay ki tutuklanan komutanlar suçlu olsun, bizim inancımız onlara bu uygulamayı reva görmez.”

O gün ben bir kez daha Başbakanın uzun tutukluluklar hakkında samimi olduğundan emin oldum. Dahası, 3 Kasım 2002 seçimlerinden önce yani kendisinden “Tayyip” diye söz edildiği günlerde, Liderler, İmajlar, Medya kitabımda iletişim başarısına yer vermiş olduğum bir liderin siyasal iletişimini izleyen biri olarak, bir kez daha haklı çıkmak keyif verici olmaz mı? Olur.

Şimdi soru şu: Madem bu kadar samimi, Meclis’te çoğunluğu da varken neden gereğini yapmıyor?

Ben iletişimciyim, bu sorunun yanıtı uzmanlık alanımın dışında.

* Bugünkü  ilk yazı, dünkü Akşam Gazetesinde (27.1.2013) “konuk yazar” sıfatıyla yazdığım yazıdır.

KARİZMATİK PİLOT ANLADIK, YA ŞEKER PİLOT?

Derslerde “karizma” konusuna “Pilotlar neden karizmatiktir?” sorusuyla başlayan biri uçakta pilot sesine duyarlı olur.

Bu ara çok sık uçuyorum. Uçuşun rutin anonslarından daral gelmiş haldeyim.

Ama geçen hafta. Yolculuğum gülümsemeli geçti. Uçak yükselip rotasını bulduktan sonra, pilotun “kontrol bende” tarzıyla yaptığı mesafeli anonslara alışığız. Bu kez pilotumuz yerdeyken konuşmaya başladı.

Daha bir gün önce İzmir uçağının motoruna yıldırım düşmüş. Büyük olasılık bu nedenle, hava koşulları hakkında bilgi verdi ve “Lütfen koltuğunuza yaslanın rahat bir uçuş geçirin” dedi.

Kalkış sıramızı, kaç dakika içinde havalanacağımızı söyledi. Sesi mesafeli değildi. Keyifliydi. Yaptığı işi sevdiği belliydi. Ve çok gençti!

İlk kez bir uçağın kalktıktan sonra bu kadar hızla manevra yaptığını gördüm. Kabin görevlisine “Bu F1 pilotu kaç yaşında?” dedim. Anlamadı, “Çok genç değil mi?” dedim. Meraktan sorduğum soruyu görevli, korkudan sandı, “Pilotlarda yaş sınırı var, genç olamaz” diyerek geçiştirdi.

Havada. Pilotumuz bilgi vermeye devam ediyor. Bir metin okumuyor, kafasına göre takılıyor. Ankara’nın uzaktan ışıklarının belirdiğini söylerken eğleniyor.

İndik. Bizim sevimli pilot “Dileyen yolcularımız için kokpitin kapısı açık, ziyaret edebilirler” dedi. Ziyaret etmedim. Ama uçuşumu eğlenceli hale getiren sevimli pilot kimmiş araştırdım. Adı Sinan Bilgin’miş.

Meğer kendisi bu tavrıyla yeterince meşhurmuş. Uçak yazarı Uğur Cebeci bile hakkında yazı yazmış.

İnsanların işlerini sevip sevmediklerini iş yapış biçimleri ele verir. Yolcunun ruhuna dokunan, sevimli dozda dalgasını geçen bir pilot işini seviyordur. Kendisini seviyordur. Özgüveni tamdır. Ve üstelik evli değilse kesinlikle çapkındır.

THY umarım Sinan Bilgin gibi pilotların değerini biliyordur.

ADIM BU KADAR MI ZOR?

Dün Akşam Gazetesi’nin konuk yazarıydım. Genel Yayın Yönetmeni İsmail Küçükkaya yazıma iyi bir sayfadan, yeterince görünür kılacak şekilde yer vermişti.

Ve fakat. Köşenin üzerinde “Konuk Yazar: Nuray Yıldız” yazıyordu!

Adım o kadar çok “Nuray”la karışıyor ki, artık tepki vermiyorum.
İsmail üzüldü. Aksilik işte.

Onca yaşadığım karışıklıktan anladığım şey: Bu milletin “Nuray” ismiyle bilinçaltında bir derdi var!

OLDU MU ŞİMDİ LEVENT KIRCA?

Geçen hafta yazdığım “Levent Kırca’dan medya dersleri”, medya sitelerinde hayli yer bulmuştu.

Levent Kırca, Sözcü Gazetesi’ne verdiği söyleşide “Nuran Yıldız beni Ankara Üniversitesi’nde ders olarak okutuyor” demiş.

Tamam, ciddiye alınmak iyi de, hakkında yazdıklarımı ders olarak okuttuğumu düşünecek kadar kendini ciddiye almak iyi değil.

AKLIMDA KALAN

“Galatasaray susacakmış!” şaşkınlığı: Başkan Ünal Aysal Galatasaray yönetimine yeni iletişim direktifleri vermiş. Kulüpte iki kişi dışında kimse konuşmayacak, herkes kendi işine bakacakmış. Kendisi de bu yasağa dahil. Benim bildiğim Türkiye’de futbol ayakla değil çeneyle oynanan bir oyundur. İşte şuraya yazıyorum: Bu yasağın ömrü kısadır.