Nuran YILDIZ

BIRAK YARIM KALSIN!

----- 07.02.2013 - 00:50 -----

Her şeyin tamam olması gerektiğine inanan ben, bugünlerde sıkça başlıktaki cümleyi kullanıyorum: Bırak yarım kalsın!

Neredeyse yüzyıldır Melih Gökçek’ten başka belediye başkanı bulamayacak kadar kurak Ankara, sanki yine ona mahkum gibi sessiz.

Her defasında Başbakanı “Bu kez son, bir daha yok” diye ikna eden Gökçek, yine “Büyük projelerim var, onları tamamlamak için bir kez daha başkan olmam lazım” dedi ya, “Bırak yarım kalsın” deyiverdim, “Cancağızım bırak yarım kalsın!”

Git gide daha karaktersiz bir kente dönüşen Ankara’da, yarım kalmışlık daha iyidir belki. “Git gide daha karaktersiz” tanımını açayım, yanlış anlama olmasın.

“Memur şehri”, “üniversite şehri”, “başkent” denirdi. Eskiden. Her üç tanım da bir karaktere karşılık gelirdi. Şimdi tanımsız bir kent değil mi Ankara?

Kendini afet bir genç kız sanan, yaşlı ve rüküş kadının acı tezatını andıran İstanbul’un yanında, üvey evlat muamelesi gören Ankara. Ayın hep karanlıkta yanına düşen. Gri elbiseler içinde, silik, özgüvensiz bir külkedisi kaderine mahkum Ankara.

Bırak Melih Bey, yaptığın ve yapacağın ne varsa yarım kalsın.

Geçen haftaların birinde, “İmaj Yönetimi” dersinde. Öğrencim sevgili Burak “Ankara kitap fuarının onur konuğunun Türkan Şoray olması can sıkıcı” demişti. Derdi Şoray değildi. Türkan Şoray’ın bu yaşına rağmen ömrünü onun için yakmaya hazır erkekler bilirim.

Sınıfın geri kalanı Burak’a hak verdi. ODTÜ, Ankara, Hacettepe, Gazi, Başkent gibi önemli dünya üniversitelerinin olduğu başkentte, dünyanın en saygın yazarlarının kitap fuarına katılmak için sıra bekliyor olması gerekmez miydi?

Saygın yazarları geçtim, Orhan Pamuk’a bile razı olmaz mıydı fakirliğimiz?

Bu acıklı halimizin bir yanı Gökçek’in vizyonunun sınırları ise, bir yanı da yaşadıkları kente kültürel anlamda dahil olmayan/olamayan üniversite gençliği değil mi?

Yüksel Caddesi’nin dar alanında kısa paslaşmalarla yetinen, daha fazlasını kent yönetiminden talep etmeyen üniversite gençliğinin vizyon sınırlarının Gökçek’le benzeşmesi ne acıklı değil mi?

İKİ TEKNİK ADAMA İKİ ÖNERİ

Birincisi, Trabzon’un yeni teknik direktörü Tolunay Kafkas’a: İlk galibiyetle havaya girip konuşmak olmaz. Önce galibiyet zinciri yap, sonra ağzını aç.

İkincisi, Fener’in teknik direktörü Aykut Kocaman’a: “İyi oynadık, yine de yenildik” diyen teknik adam, sorunun saha dışında olduğunu söylüyordur. Öyleyse o sorunu bulmak ve çözmek zorundadır.

HTC’YE ALKIŞ

Kuzey Kore lideri Kim Jong-Un’un bir toplantı sırasında çekilen fotoğrafında görünen cep telefonu küçük çaplı bir kriz yaratmış.

Kuzey Kore’nin kapitalizme mesafesi telefonun hangi marka olduğunu önemli hale getirmiş. Öyle ya, hem itiraz edeceksin hem de reklam edeceksin, olmaz ki.

Güney Koreli Samsung hemen “Bize ait değil” demiş. Bir liderin kullandığı telefon, markalar için iyi bir reklam fırsatı demektir. Telefon sizin değilse bile, susarsınız. Samsung öyle yapmamış.

Telefonun, Tayvanlı HTC’nin bir modeli olabileceği de konu olunca, HTC açıklama yapmış: “Cep telefonlarımız herkes tarafından kullanılabilir.”

Hangi marka daha özgüven sahibi bir duruş sergilemiş oldu dersiniz?

SİZE DE OLUR MU?

Ne zaman “Tamam bu hafta evden çıkmayacağım” desem eve girmem vaki değil.

Ne zaman “Bu hafta boyu pijama, terlik, televizyon” diyecek olsam, mümkün değil. Ne bu haftası, önümüzdeki haftam bile dolu.

Çekim yasası dedikleri yoksa bu mu? Anlamsızca evde olmanın, o kanepeden o kanepeye dolanmanın keyfini süreceğim tek akşam yok.

Ne zaman “yapmayacağım” deseniz, hep tersi olur mu sizde de?

AKLIMDA KALAN

İki politikacı, iki telefon: Okura rapor: Aynı gün, aynı saatlerde iki politikacı tarafından arandım. İlk arayan eski bir milletvekili ama her dönem hayli güçlü bir politikacı. Devamlı okurum. “En akıllı insan en çok akıl alan insandır” düşüncesine inanır. Beni güldüren mesajlar atan dostlara gülücük göndermek yerine “komiksin(iz)” yazarım. O politikacı dosta da öyle yazdım, attığı mesajla güldürünce. Aradı, “İngilizler you make me laugh derler buna” dedi. Sohbette yeri geldi, “Bu ülkenin en aziz günleri Cumhuriyetin ilan edildiği günlerdir. Başbakan ne kadar kötülerse kötülesin o dönemi” dedim. Hoşuna gitti. Yanılmayın kendisi soldan değil, merkez sağdan biri. Sonra CHP yöneticisi bir milletvekili aradı. “İktidarın oyu düşmüş” dedi, “Nereye düşmüş?” dedim, “%46’ya inmiş” demesin mi? “Hımmm epey düşmüş” dedim, sesimin tonlaması ikimizi de güldürdü. Ekledim, “Telefon dinleyenlerden olsam kesin senin telefonunu dinlerdim, çünkü çıkıntılık yapan bir halin var. Ama yine telefon dinleyenlerin yerinde olsam ne seni ne de Kemal Bey dahil hiçbir CHP’liyi dinlemezdim, ne gereği var, zaten hiçbir şeyiniz gizli kalmıyor ki, her şeyiniz ortada” dedim. Telefondaki ses sızlandı: “Şimdi, bu cümleye gülmeli miyim ağlamalı mıyım bilemedim.” Onu bilmem ben güldüm. Olur olmaz gülüyorum her şeye, bir de şu boyun tutulmam olmasa.