Nuran YILDIZ

“İLETİŞİMSİZLİK” VE “SEVGİSİZLİK”

----- 18.03.2013 - 00:01 -----

Kemal Beyin CHP Genel Başkanı seçildiği günlerdi. İlk yapılması gerekenin CHP tabanına güven vermek olduğunu, ancak ondan sonra Parti’nin gereksinimi olan değişimi sağlayabileceğini söylemiştim.

Hafta sonu CHP Parti Meclisi toplantısında konuşulanlara bakınca anladığım şu:

- CHP güven kazanmakta zorlanıyor.
- Parti’nin hem iç hem de halkla iletişim sorunu derinleştikçe derinleşiyor.
- Oylarını ince bir kan sızıntısı gibi kaybediyor.

Kılıçdaroğlu açılış konuşmasında, “Partimizin politikası ve kırmızı çizgileri bellidir. Buna rağmen bazı arkadaşlarımız sanki ne dediğimiz belli değilmiş gibi bir hava yaratıyor” diyor.

Ekrem Kerem Oktay “Yerel yönetimlere özerkliği halka anlatamadık” diyor.

CHP’nin ideoloji ve ilke sorunu olduğuna hiç inanmadım. Üzerine kurulu olduğu ideoloji akıl ve bilimi önceler. Akıl ve bilimi önceleyen bir yapı muhafazakâr olamaz, bu olanaksızdır.

Ama. Akıl ve bilim CHP’nin günün siyasetini ve siyaset yapma biçimini anlamak için kullanılmayınca sonuç: derin karmaşa algısı.

Medyaya yansımadı ama PM’de Kemal Bey, CHP yöneticileri arasındaki “iletişimsizlik” ve “sevgisizlik”ten çok rahatsız olduğunu kesin bir dille söylüyor.

Bunun bir nedeni, çoğu partilinin kendisinin daha iyi bir genel başkan olacağı düşüncesini akıl dışı noktalara taşıması olsa gerek.

CHP’nin günün değişimlerini anlama, gereklerini yorumlama ve ona göre uygulamalar yapmakla uğraşması gerek. Öyle olmuyor. Parti’de herkesin kendi gündemi olması ve bu gündemi “parti ideali” için bir kenara koymaması sorun. Ve bu sorun her noktada kendini gösteriyor:

Mesela, yapay ayrımlara teslim oluyorlar. Parti yönetimi “sosyal demokratlar” ve “ulusalcılar” ayrımına maruz kalıyor. Oysa CHP’de bu iki kavram birbirinden ayrılamaz. Yapışıktır. Tıpkı “muhafazakâr”, “gerici” tanımlarının yapışıp kaldığı gibi, bu komik ve yapay ayrıma kesin bir itiraz konulmuyor.

Mesela, CHP’nin iç iktidar savaşı, yalnızca idealleri için emek veren, çaba harcayan CHP gençliğini de etkiliyor. Parti yöneticileri, sonu gelmez “olmayan iktidar”ın paylaşım kavgalarını CHP Gençlik Kolları üzerinden sürdürüyorlar. Gençler kendi başlarına birey olmak ve katkıda bulunmak için gece gündüz çalışırken, partili büyüklerine yakınlıkları üzerinden cezalandırılıp ödüllendiriliyorlar.

Mesela, yeni bilginin paylaşım yeri olması gereken Siyaset Okulu, günü ve gündemi anlamaktan uzak, ezber eğitimler veriyor.

Mesela, medya ve (a)sosyal medya bir türlü doğru yere konumlandırılmıyor. Bu araçlardan ne ve ne kadar bekleneceği konusunda karanlıkta yürünüyor.

Mesela, Parti adına medyada konuşanlar hiçbir iletişimsel bilgi, beceri ve yetenekle donatılmadıkları gibi, kendilerini bu konuda geliştirmenin gereğini bile hissetmiyorlar. Sağlam mesajları çoğu kez söyleyenin söyleme biçimiyle etkisizleştiriyorlar. İktidar partisinde yükselmenin yolu önce iletişim becerilerine vakıf olmaktan geçer, bu örnekten ne ders çıkarıyorlar, ne de feyz alıyorlar.

PM açıklamasındaki en doğru saptama “Kendileri konuşmuyor, biz susunca suç oluyor” cümlesi. Sorun da burada zaten, sorsanıza kendinize “Neden böyle oluyor?” diye. Gereken soru sorulmuyor.

Kakafoni ve suskunluk arasında bir yol bulamıyorsanız, “akıl” ne işe yarıyor?

TUTKU ONUN KARAKTERİ

Aydınlık Gazetesinin yeni ve genç genel yayın yönetmeni İlker Yücel’le 2010 yılında referandum kampanyası öncesinde tanışmıştım. Türkiye Gençlik Birliği Genel Başkanıydı. Kararlılık ve tutkusuna hayran kalmıştım.

“Yapılabilir mi?”, “olmaz”, “bakarız”, “belki” gibi sözcükler defterinde hiç yoktu. Tek soru soruyordu: “Yapmamız gereken ne?”

Herkesin yapılacakları sıralayıp, “Kim yapacak” sorusunu yanıtsız bıraktığı günlerde, “Biz yaparız” diyen, birbirlerine ve ideallerine tutkuyla bağlı İlker ve arkadaşları bende, onlarla her yola çıkılır izlenimi uyandırmıştı. Yalnız yürümeyi seçmek zorunda bırakıldığımız günlerde ne imrenmeydi bu.

İlker şimdi Aydınlık Gazetesinin genel yayın yönetmeni. Gazeteciliği nasıl yapar bilemem, bildiğim amacı her neyse onu gerçekleştirmeye yetecek kadar tutkulu olduğu.

SEVDİM BU ÇOCUĞU

Yunus Günce. Hakkında hiçbir fikrim yok. Attığı bir tweet’ten dolayı hayli tepki görmüş.

“Ali Sunal yeteneksiz ve sevimsizin biri” demiş. Ortalık karışmış. İtiraf edeyim, Ali Sunal hakkında ben de Yunus Günce gibi düşünüyorum.

Günce’nin “Aralarında öyle bir dayanışma var ki, bir eleştiri karşısında hep birden saldırıya geçiyorlar” tespitine de katılıyorum. Ve hatta Ali Sunal’ın o kadar kötü programlarla her kanalda kendisine nasıl yer bulduğuna da çok şaşırıyorum.

AKLIMDA KALAN

Tutkulu ilişkiler: Arkadaşlarımın anlattığı şeyler aklımda kalırsa sizinle paylaşıyorum. Bizimki bir adamla arkadaşlık ediyor. Konuşuyor. Tartışıyor. Mesajlaşıyor. Aralarında sürekli bir iletişim var. Adamın kendisinden hoşlandığının çok farkında. Çünkü adam hiçbir şeyden sakınmadığı gibi duygusunun anlaşılmasından da sakınmıyor. Kadından emin olmadığı için söze dökmüyor sadece. Reddedilmek ağır yara adam için. Arkadaşım konunun etrafında dönmekten yorulduğu ve adamın sevgisinden de keyif aldığı için “Konuşalım” diyor. Konuşuyorlar. “Uzun zamandır benden hoşlandığını biliyorum” diyor, adam onaylıyor. “Ama senin gibi bir adamın böyle belirsiz bir ilişkiyi beklemek yerine başka kadınlar olmalı hayatında” diyor ve soruyor: “En son ne zaman biri oldu?” Adam “15 gün önce” diyor. Arkadaşım kızıyor. Kızdığı için bana anlatıyor. “Birlikte olmadığın bir adamı mı kıskandın, olur mu öyle saçmalık?” diyorum. Başkasıyla olmasına değil, kendisini bu kadar merkeze koymasına rağmen başkasıyla olabilmesine kızmış. Arada fark var. Adamın duygularından şüpheye düştüğünü söylüyor. “Bunu ona sorsaydın” diyorum, sormuş. “Senin benimle birlikte olabileceğine % 5 ihtimal verseydim bunu asla yapmazdım” demiş adam. Fikrimi sordu. Ona dedim ki “Adamın sana ne hissettiğini bilemem ama hissettiği şeyde tutkunun zerresi olmadığı kesin. Karar senin.” Benim inancım bu, birine tutkuyla bağlı olan, başkasına dokunamaz bile. Tutkusu olmayan bir ilişki ise sadece zaman kaybıdır. Yanılıyor muyum sevgili okur?