Nuran YILDIZ

CHP GENEL BAŞKAN ADAYLARINA ÖNERİLER

----- 15.04.2013 - 00:15 -----

Bilen bilir, CHP Genel Başkanlarının siyasi mücadelede iki cephesi vardır: Biri iktidara karşı, diğeri parti içi muhalefete karşıdır.

Muhalefet içinde muhalefet, klasik özetidir durumun. Ortak bir hedef vardır ama, her birinin kafasında o hedefe giden ayrı yollar da vardır.

O nedenle CHP’lilerin bir araya gelip kenetlenmesi zordur, tıpkı gazetecilere benzerler, uzaktan kalabalık, yakından diz boyu yalnızlık.

İki gün önce CHP’li bir vekille bir kafede oturuyoruz. Masamıza biri geldi, selamlaşıldı, hal hatır soruldu. Sonra da gitti başka masaya oturdu. “Kimdi o” dedim, aldığım yanıtla ağzım açık kaldı, milletvekillerinden biriymiş ve genel başkanlığa aday olmak için çalışmalar yürütüyormuş.

Özgüvenin böylesine hayretler içindeyim. Demek ki genel başkanlığı rüyasında görenlerin sayısı benim bile ismini bilemediğim kişilere kadar genişlemiş.

“Şaşırma” dedi CHP’li vekil, “Parti’de 10’un üzerinde genel başkan adayı var.” Sonra erinmedik tek tek isimleri listelemeye başladık. Manzara komediyle trajedi arasında gidip geliyor.

Kemal Bey, Parti’yi mutedil yönetmekte ısrar edince, “ben daha iyi yönetirim” havası alıp başını gidiyor.

Genel başkanlık hayali kuranları burada sıralayıp yangına benzin dökmeye hiç mi hiç niyetim yok.

Size şu kadarını söyleyebilirim, bazı isimleri duydukça katıla katıla gülmekle bağıra bağıra ağlamak arasında gidip geldim.

Aralarında bırakın parti yönetmeyi, üç kişiyi bir araya getirmesi zor biri var.

Üç cümleyi yan yana düzgün şekilde kuramayan var.

Değerli adaylara önerim şudur: Önce Mustafa Kemal’i terazinin bir kefesine, diğerine de kendinizi koyun, bu olası had aşımını engeller.

Sonra aynaya bakın. Aynadaki suretinize “ben bile oy vermem” demeniz büyük ihtimaldir. Ayna aksini söylüyorsa derhal o aynayı kırın.

Adaylık fikri aklınızdan geçerken tutun kuyruğundan dışarı atın. Rahatınızı kaçırmanın ne alemi var.

Biri sizi havaya mı sokuyor, hemen kendinize çimdik atın. Havaya sokan bile size oy vermez haberiniz olsun.

Sokak testi yapın. Yürürken kaç kişi size yaklaşarak selam veriyor, sayıp yüzde hesabını çıkarın.

CHP Genel Başkanlığı “o yapıyorsa ben de yaparım” yeri değildir, “o yapamıyorsa ben hiç yapamam” yeridir.

Ve bir zahmet, egolarınızı traşlayın. Gecenin yarısı, sabahın körü cep telefonlarına mesaj atıp “şu televizyona çıkıyorum beni izleyin” demenin benmerkezciliğiyle gidilebilecek arpa boyu yol yoktur.

ANKARA-İSTANBUL FARKI: AMBİANS

Geçen hafta. İki gece, üç gündüz İstanbul’a kaçtım. Birkaç işim vardı, tatili de arkasına ekleyiverdim. Programı İstanbul gecelerine hakim, girdiği her mekanda el üstünde tutulan, yakışıklı ve karizma İsmail Polat yaptı, ben uydum.

İsmail kararlı, bana İstanbul’u sevdirecek. Ben kararlıyım, yıllar yılı sevmedim, yine sevmeyeceğim.

Beni İstanbul rutinimden çıkarmayı planlamış. Sadece bir günün özeti: Cihangir’in en gözde mekanı White Mill’de kahvaltı. Aynı semtte Kaktüs’te kahve. Galata civarındaki vintage butiklere göz atma. İstinye Park, Armani kafede müthiş ikili Yaprak Özer ve eşi Faruk Özer’le sohbet.

Akşam, Şişhane’de Safi Meyhane. Açık söylemem gerekirse şimdiye kadar İstanbul’da gittiklerim içinde en iyisi. Özer ailesine teşekkür ederim. Gece, Safi’nin tam karşı çaprazındaki Bird’te bitti. Ben de bittim.

Sonuç bir: Her gittiğimiz yerde bende “yoruldum” sızlaması. İsmail’in sızlamayı duymazdan gelme numarası. Her yeni yerden sonra, bende “Ankara’da bundan daha iyisi var” söylenmesi, İsmail’in “Ama orada ambians yok” demesi.

Sonuç iki: Bir kez daha emin oldum ki, nerede olduğunun zerre önemi yok, kimlerle olduğun ise vazgeçilmez.

BİR İNSAN BU KADAR MI SEVİLMEZ?

Ali Ağaoğlu, Sinan Çetin’i gözlerini bağlayıp kaçırıyor ya, her yerden aynı ses: “Aman götürsün de getirmesin!”

İkisinin dostlukları imrenilesi gerçekten. Sinan Çetin, Ağaoğlu’nun parasıyla hem kendi şovunu yapıyor hem de yaptığı kötü reklamlara rağmen ondan parasını alıyor.

Reklamda gittikleri inşaat alanı insanı klostrofobiye sokacak cinsten. Beton bloklar hava akımı olmayan dev hapishanelere benziyor.

Öğrencilerimden Uğur “Ali Ağaoğlu’nu anlamak için iktidara bakmak yeterli” demişti bir derste, “her iktidar kendine benzeyenlerden zengin yaratıyor.” Böyle hocaya öyle öğrenci! Ne yapalım.

KAYAHAN’IN MUSTAFA KEMAL’E TEŞEKKÜRÜ

Kayahan Müzik Ödülleri gecesinde Mustafa Kemal’e ve silah arkadaşlarına teşekkür etmiş ve büyük ilgi görmüş. Bu konuda hiçbir şey söylemek istemiyorum. Hiçbir şey. Yutkunmak yeterlidir.

AKLIMDA KALAN

Medyada psikiyatrlar yükselecek öngörüsü: Yazar Alev Alatlı, Teke Tek’te, Öcalan’ın yazdıklarını akıl sağlığından yoksunlukla tanımlamış ve PKK ile ilişkisinin psikiyatrlar tarafından incelenmesini önermiş. Birkaç ay önce bir televizyon programına davet edilmiştim. Televizyonda görünmeme kararım vardı. Horoz dövüşlerinin tarafı olmak istemiyorum. Daveti kabul etmedim. Rica o kadar zarifti ki, kiminle katılmak istiyorsam onu davet edeceklerini söylediler. Bir psikiyatr olsun dedim. Nedenini canlı yayında anlattım: “Bugüne kadar hep gazetecilerle siyasetçiler bu ülkede olup biteni açıklamaya kalktılar. Olmadı. Artık iletişimcilerle psikiyatrlar konuşmalı. İletişimimiz bozuk, ruhumuz hasta” dedim. Alev Alatlı aynı noktaya somut bir durumdan yola çıkarak gelmiş. Bundan sonra televizyonlar psikiyatrlardan geçilmez artık. Olsun, iyi olur, zihnimiz açılır. Uzanıp ekran karşısındaki koltuğa anlatırız.