Nuran YILDIZ

DEMİREL’İN NAZMİYE’Sİ: AŞKIN BAŞKA TÜRLÜSÜ…

----- 30.05.2013 - 08:35 -----

Sevdiğini yitirmek ölümün bir türüdür.

Arkadaşınızı, dostunuzu yitirmek de ölümün başka bir türü.

İyi günde, kötü günde yanında duran eşini yitirmek yaşarken ölüme yatmak olsa gerek.

Hasta olsa da. Unutkan olsa da. Hiç kıpırdamadan dursa da. Yeter ki soluk alsın. Soluğunun sıcağı değsin yüzüne. Soluğunu hissetmek, soluğuna soluk katmak gibidir.

Sevdiklerimizin varlığı ölüm iklimini uzak tutar üzerimizden. Yoklukları amansız bir boşluk.

Nazmiye Demirel. Zor bir hayatın sessiz eşlikçisi olmasına hayran kalırdım hep. Ne düşünür? Nasıl değerlendirir? Merak ederdim, Demirel’li gündemlerde.

Bir kadının her koşulda suskun, sakin, güçlü, sabırlı kalabilen bir kadına imrenmesiydi benimki.

İsyancılar, isyan etmeyenleri anlamazlar. İmrenirler ancak.

Başkası yazdı mı bilmiyorum. Bana anlatıldığında yüreğimin orta yerinden vuruldum.

Dün. İlhan Kesici’yle konuşuyoruz. Demirel’lerin damadı ya, daha içerden yaşıyor ve gözlüyor acıyı.

Demirel’in yaşadığı bir olayı paylaştı benimle. “Yazabilir miyim?” dedim, okurum olmasına güvenerek. “Yaz tabii” dedi.

Süleyman Demirel son yıllarını hastanede geçiren Nazmiye Hanımı, kendi yaşına, hastalığına aldırmadan düzenli olarak ziyarete gidiyor.

Ellerini tutuyor. Sessizce oturuyorlar. Öylece. Hatıraları silinmiş bir kadınla, bugüne tutunuyor hatıralarla yüklü adam.

Zor günlerinin sessiz eşlikçisine, sessizce vefa borcunu öder gibi. Sen hep banaydı, şimdi ben hep sana.

Hastanedeki doktorlar “Çok zahmet ediyorsunuz. Neden buraya kadar gelip kendinizi yoruyorsunuz?” diyorlar, “Geldiğinizin farkında değil, sizi de tanımıyor ki.”

Demirel’in doktorlara verdiği yanıt içime oturuyor: “Olsun. Ben onu tanıyorum ya…”

Sevmek. Alışmak. Kimin kime ihtiyacının olduğu bir karışık durum.

Not: İlhan Kesici’ye geçen haftalarda hastanede yatmış olan Demirel’in sağlığını sordum. “İyi” dedi, “İlk gün başsağlığı için gelen bin civarında insanı ağırladı. Çoğu protokoldü, onları ağırlamak daha yorucudur. Ağzından çıkan söze dikkat gösterme ayrı çaba ister. Tüm bunları yapacak kadar iyi.”

YENİ İTO BAŞKANI: İBRAHİM ÇAĞLAR

Tam sekiz yıl önce. İstanbul Ticaret Odası Başkanı olacaktı İbrahim Çağlar. Son gece her şey değişti. Çağlar’ın yerine Murat Yalçıntaş’ı işaret etti kulisler.

Sekiz yıl. İTO derin bir uykuya yattı. Dünya değişti. İTO kenarda kaldı. Dünyanın ve ülkemizin en büyük ticaret odası etkisizleşti. Silikleşti. Varla yok arası.

Sekiz yıl sonra İbrahim Çağlar tek aday olarak İTO’ya başkan seçildi. Birilerinin yaptığı yanlışı, hayat tamir etti.

Güler yüzlü, enerjik, pozitif bir başkan olacağına inanıyorum. Yolu açık olsun.

İKİ BARO BAŞKANININ BENZER YANLARI

Biri Ankara Barosu’ndan Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı’na geçen Metin Feyzioğlu. Diğeri İstanbul Barosu başkanı Ümit Kocasakal.

Birini yakından, birini uzaktan tanırım.

İkisinin de gönlünde solun genel başkanlığı var. Biri CHP’de ısrarlı, diğerinin parti ısrarı yok.

İkisi de isyana sükunetten yakın durur.

İkisi de fazlasıyla hırslıdır.

İkisi de sağlam hukukçudur.

İkisinin de hedefleriyle gerçekleri arasında hayli zorluk vardır.

İkisi de son derece naziktir.

İkisi de adam gibi adamdır.

Sadece birisi kızınca içeri, diğeri kızınca dışarı patlar.

KENDİ OKURUMA NOT:)

Geçen yazıda dedim ki, “Bizimkiler yatakta şımarığı çeker de, çalışmada çekmez, kapıyı gösteriverir. Timur Savcı da öyle yapacak gibi.” Öyle yapmış, kapıyı göstermiş. Kanuni’nin Hürrem’e yapamadığını yapımcısı yapıvermiş. Dünya hali.

AKLIMDA KALAN

Kalbimin Taksim’in orta yerinde asılı hali: Taksim’deki gezi parkını yıkıyorlar. Protesto için insanlar yığın olmuş. Biber gazı. Tazyikli su. Altında duruyorlar. İstanbul’da olmadığıma üzülmezdim de, bu kez olmadığıma kahroldum işte.
Yüreğim Taksim gezi parkındaki ağaçlara asılı duruyor. Yeşile bakarken beton, ağaca bakarken gökdelen, ormana bakarken AVM gören zihniyete inat orada olmak vardı, bir ağaç gibi tek, bir orman gibi kalabalık.