Nuran YILDIZ

RTÜK İŞİNİ YAPACAKSA…

----- 20.06.2013 - 00:01 -----

RTÜK, Halk Tv’ye 146 bin TL ceza kesti. Zamanlaması nedeniyle ceza, Halk Tv’nin Gezi Parkı olaylarında sergilediği habercilik anlayışıyla ilişkilendirildi. RTÜK de “Yok efendim, tütün yasağına uymadılar ondan kestik” dedi.

Televizyonlarda öpüşmek yasak, malum. Tam kadınla adam birbirlerine yaklaşırlar, ortamı gıdaklayan tavuklar basıyor. Meğer öpüşme kesilmiş, çiftlikte tavuk kovalama sahnesine geçilmiş! Zihin görüntülerle konuları birbirine bağlama derdinden alt üst. İşin yoksa hiç öpüşmeden 3 çocuk yapma faslına geç. Demek ki yapılıyor.

Televizyonlarda sigaranın kendisi yok ama dumanı püfür püfür. Yeğenlerime ellerinden duman çıkan adamların uzaylı olmadıklarını anlatmak için parende atıyorum.

Kadehleri buzladılar, oyuncuların yüzleri yok oldu. Başroldeki kim belli değil.

Madem RTÜK, işini yapmaya, bu karabasan günlerde Halk Tv’ye cezayı yapıştıracak kadar hevesli, öyleyse onlara bir iş vereyim.

ATV’de. İki hafta önceki pazar akşamı. Prime time kuşağı. En çok izlenen saat. Film var: Adaletin Peşinde.

Adamın biri, kendi adaletini sağlamak için intikam alıyor. Bu satırdan sonrasını 18 yaşından küçükler okumasa iyi olur.

Adam kurbanını önce zehirli silahla felç ediyor. Kıpırdamasına engel olarak işkence süresince tüm acıları çeksin diye.

Kurbanını karanlık bir mahzende masaya bağlıyor. İşkence sırasında ölmesin diye adrenalin zerk ediyor! Daha fazla acı hissetsin diye koluna tuzlu serum bağlıyor.

Kurbanı kendisine yapılanları görsün diye bisturiyle göz kapaklarını kesiyor. Tepesine de kendisine yapılan işkenceyi izlemesi için ekran koyuyor.

Bir yandan bunları yaparken bir yandan yaptıklarını anlatıyor işkenceci.

İzlemekte zorlanıyorum. Yazmaya karar verdiğim için zaplayıp başka kanala gitsem de geri dönüyorum.

Dayanılası değil. Adamı kesiyor, biçiyor.

Her geçen gün açık hava tımarhanesine daha fazla benzeyen yeryüzünde, manyaklığa meyilli onca insan televizyon izlerken, bu sahneleri sağlığa, ahlaka ve insanlığa aykırı bulmayan RTÜK’ün, kendisi ruh halimize zararlı değil mi? Siz söyleyin.

MEVSİM DÖRT AMA ANLAYIŞ SIFIR

Geçen hafta iki kez İstanbul’da otelde kaldım. İlkinde Boğaz’a sıfır, dillere destan Four Seasons’da. Konfor meraklısı değilim, öyle denk gelmiş.

Gün boyu çalışacağım, gece de geç giriş yapacağım için çantamı önceden gönderdim. Planım, yorgun ve uykusuz olacağımdan sadece giriş imzası atıp odama geçmekti.

Gece saat iki sıraları. Çalışmışım, yorgunum. Sivri topuklarla İstiklal’i bir uçtan diğer uca yürümüş, Gezi Parkı’nı dolaşmışım düşe kalka. Bitkin, resepsiyona kimliğimi uzattım. Formu imzalayıp çıkacağımı sanıyorum.

“Kredi kartınız” diyorlar. Kullanmadığımı söylüyorum. Nakit kabul edebilirlermiş. Yanımda nakit olmadığını, sadece uyumak istediğimi söylüyorum.

Rezervasyonun oda-kahvaltı olduğunu, ekstralar için ön ödeme gerektiğini söylüyorlar.

Saçmaladıklarını anlatıyorum. “Gecenin yarısı giriş yapıyorum. Sabah kahvaltı etmeden çıkacağım ve üstelik kahvaltıyı da ödüyoruz” diyorum.

Gece müdürünü arıyorlar. Saat ilerliyor, uyanmam gereken saate yaklaşıyoruz.
“Bakın” diyorum, “diyelim ki, bırakın dolabınızdaki kıytırık birkaç atıştırmalığı, tüm odayı çantama doldurup götürsem bile, beni konuk eden, muhattabınız olan kurumun adına bakın. Çok ayıp.”

Sonunda kafaları basıyor ve odama çıkmama izin (!) veriyorlar.

Ertesi gün beni konuk edenlere “Lüksün ve Boğaz manzarasının canı cehenneme, bana otel gibi bir otel bulun” diyorum.

Sonraki gidişimde, Swiss Hotel’deyim. Yine gece yarısı. Sadece imza atıyorum. Odamın deniz görüp görmediğini soruyorum, İstanbul’dayım ya, racon bu. Deniz görmeye zamanım yok ama olsun.

Görevli, “Hayır görmüyor ama hemen değiştiriyorum” diyor, gülümsüyorum. Görmeyeceğim denizi göreceğimi söylemeleri yetiyor.

Sözün özü: Bir otel sadece yatak değildir. Bir otel, resepsiyonda, yüzde beliren o gülümsemedir. Mesele yatak olsa, üç kuruşa bir pansiyonda bile yatabilirsin. Otel sınıfları yükseldikçe, yatak önemsizleşir, hizmet önemli olur.

Four Seasons’un bunu anlaması mümkün müdür? Emin değilim. Otelcilik anlayışları sıfır.

BURAK YILMAZ’A DİKKAT

Son zamanların parlayan yıldızı. Yakışıklı çocuk. İyi oyuncu. Futbolcu avcısı kadınların gözdesi. Magazin basınının yeni yetme lokması. Burak Yılmaz.

Tatil yaparken, gazetecilere saldırmış. Bilmiyor ki, haber için dayak yemekten şikayet etmeyen tek iş gazeteciliktir.

Bu ülke iyi futbolcu mezarlığıdır. Bluğ çağından yeni çıkmış çocuklar, çok parayla medyanın önüne atılıyor. Sonra da onların can çekişmesine bakılıyor. Üzücü. Futbol ömürlerini uzatmak için yurt dışına gitmeleri gerekiyor. Biz de mahalle futbolu düzeyinde maçlar izlemeye mahkum kalıyoruz diyeceğim, bazen mahalle futbolu daha bile iyi oluyor.

UCUZ

En uyuz olduğum insan tipi, ucuz iş yapıp parsa toplamaya kalkanlardır. Mesela Yavuz Bingöl. Kıbrıs’ta sahneye çıkmış. “Sarı gelin” türküsünü Gezi Parkı’nın protestocularına göndermiş.

Tamam, sahneye çıkma, protestoya katıl demiyoruz. Katılmış da olabilir. Ama milyarlarca lira almak için çıktığın sahneden böyle iletişim numaraları yapma. Çok ucuz kaçıyor.

AKLIMDA KALAN

“Yeğenim” ifadesi: Ayşen Gruda, Başbakana “sakin ol yeğenim” demiş ya, bayıldım. Sizi bilmem, bizde “yeğenim” pek öyle tekin bir laf değildir. Sevmekle, tehdit etmeyi birlikte içerir. Üstten bakmayla alttan alma bir aradadır. Azarı yersin ama azar gibi değildir. Birine “yeğenim” diyorsan ya bıçkınsındır ya da yaşını başını almış. Aksi halde güldürürsün kendine. Ve başında mutlaka "bak" vardır, “bak yeğenim” dedi mi biri diğerine, orada durulur. Baş eğilir. Hafiften tırsılır. En son dayımdan duymuştum bu sözü, “Bak yeğenim” demişti, “suya sabuna karışma, sana mı kaldı ülkenin politikacısını eleştirmek, sen işine bak.” Dayım haklıydı da bendeydi tuhaflık. Aramıza yabancılaşma, bireyleşme girdiğinden beri akrabalık sözcüklerimizi de aldılar elimizden. “Terbiyesiz bana abla deme!”, “Nerden amcan oluyorum senin?”, “Kör olasıca teyze denir mi hiç?”, “Ay çok ayıp yenge diye hitap edilir mi?” tavırlarını koya koya, kimsesiz kaldık iyi mi? Uzun yaşa sen Ayşen Abla.