Nuran YILDIZ

ANKARA’NIN HALİNE BAK…

----- 10.10.2013 - 00:01 -----

İktidar İstanbul’da sorun yok. Hissiyatım Başbakan Erdoğan’ın İstanbul’a Kadir Topbaş dışında bir aday göstereceği ancak, Topbaş’ın gönlünü nasıl alacağına karar veremediği yönünde.

CHP’de dümen Mustafa Sarıgül’e yönelmiş görünüyor.

MHP zaten yok.

İzmir’de. Kimse farkında değil gibi görünüyor ama iktidar için de, anamuhalefet için de sınırda bir şehir. İzmir’e ne kadar “solcu” etiketi yapıştırmaya çalışırsanız çalışın, orası merkez sağa gönüllüdür.

MHP zaten yok.

Ankara’da. Canımın içi. Bahtı büyük varoşluğa saplanmış Ankara’da.

MHP zaten yok diyelim ve aradan çıkaralım.

Mevcut durum iktidar partisinin lehine görünüyor. Ama sadece görünüyor. CHP’nin adayının kim olacağı önemli. Gökçek de bunu bildiği için medya çalışmalarına başlamış durumda.

CHP, Ankara’da aday yoklaması yapacakmış. Yoklayacağı isimler şöyle;
Aylin Nazlı Aka, Prof. Dr. Yalçın Karatepe, Muharrem İnce ve Cengiz Topel Yıldırım.

Böyle bir yoklamada açık ara kim çıkar? Yanıtınızı duyar gibiyim: Muharrem İnce.

Adam hem popüler hem de CHP tabanı tarafından seviliyor. Dahası gençler arasında da hayli biliniyor.

Bunu herkes böyle bildiğine göre, araştırmayı neden yapıyorsunuz? Diğer isimlere yazık değil mi?

YAZAR, OKUR VE İMZA MESELESİ

Dün, Doğan Kitap’tan dünya zarifi Tuba aradı. Fuar için imza günü programı yaptığını söyledi.

Okurlarım da, kimi sitemle, kimi heyecanla “İmza gününüzde geliriz artık” gibi dokunduruyorlar.

Sevgili Tuba’ya imza günü istemediğimi söyledim. Duymuş ama bir de kendisi konuşmak istemi.

Ona neden imza günü istemediğimi anlattım;

“Ben okurları dakikalarca sırada bekletmek fikrinden hoşlanmıyorum” dedim, “sırada bekleyecek kadar kitabımı seven ve ilgi gösteren okura bu eziyeti yapamam.”

“Yazmak benim işim ama okur, okumak zorunda değil. Hem yazdıklarını okumuş, hem de imza için bekleyecek, bunu yapmaktan utanırım” dedim.

“Egom okuru sıraya dizecek kadar şişmesin, bu egoya bu izni vermem” dedim.

“Kendimi bir akademisyen yazar olarak bilmeyi, imza dağıtan şöhret gibi görmeye bin kere tercih ederim” dedim.

Bunun üzerine Tuba, söyleşilere katılıp katılmayacağımı sordu, seve seve katılacağımı, serde hocalık olduğundan bulduğum her kürsüden zevkle konuşabileceğimi söyledim, anlaştık.

BU NASIL BİR ÇELİŞKİ?

Gazetede yan yana iki haber. Birinde iktidar partisi Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’in, sunucu bir kadını açık giydiği için suçladığı bunu da “ifade özgürlüğüm” diye açıkladığı haber var.

Çelik, hapishanelerin “ifade özgürlüğüm” diyenlerle dolu olduğunu unutmuş görünüyor.

Diğer haber hemen onun yanında. Halife Abdülmecit’in çıplak (nü) kadınlardan oluşan tablosu 1.6 milyon liraya satılmış.

Bu nasıl bir çelişki böyle?

AKLIMDA KALAN

“Çakma kabadayı seni…” düşüncesi: Kabadayılığıyla övünen Trabzonspor yönetiminden başkan yardımcılarından biri, tv kanalına bağlanmış, konuşuyor. Konu Fenerbahçe-Trabzonspor maçı sonrası Başkan Hacıosmanoğlu’yla taraftarlar arasında çıkan tartışmalar. Diyor ki başkan yardımcısı “Biz stada 20 kişi gelmişiz, karşı tarafta 50 bin taraftar var. Kabadayıyız dediysek o kadar da kabadayı değiliz…” Bunu duyunca aldı mı beni bir gülme. Kabadayılık bile ne hale gelmiş, “soft kabadayı” diyebilirsiniz, “konformist kabadayı” da, o size kalmış. Ben “postmodern kabadayı” dedim, canı istedi mi öyle, istemedi mi değil. Bir zamanlar kabadayı dendi mi, girdiği ortamı dağıtacağından korkulur, herkes bir kenara sıvışırdı. Öyle kaç kişi var falan saymazdı. Madem 50 bin kişi var, sen de o civarda “kabadayıyım” diye gezme kardeşim, efendi efendi maçını izle, git.