Nuran YILDIZ

RUS RULETİ…

----- 02.01.2014 - 00:01 -----

Yeni zaman ansiklopedimiz Wikipedia “rus ruleti”ni şöyle tanımlıyor: “Altıpatlarla oynanan ölümcül bir şans oyunu. Tabancaya tek bir kurşun yerleştirilir ve kurşunun yeri belli olmayacak şekilde top çevrilir. Oyuncular sırayla tabancayı şakaklarına dayarlar ve tetiği çekmek suretiyle şanslarını denerler. Rus ifadesi oyunun doğduğu ülkeye işaret etmektedir.

Sonra da ekliyor: “Eğer tabancanın topu 6 mermi alıyorsa ve her denemeden sonra top yeniden çevrilmiyorsa silahın ateş alma olasılığı artan bir oranda büyür.” Eğer her denemeden sonra top çevriliyorsa, olasılık biliminin genel yasalarına göre tarafların yaşama oranı düşer.

Türkiye’de son haftalarda yoğunlaşan hükümet-cemaat savaşı bana bu benzerliği düşündürüyor.

Taraflar her denemeden sonra topu çeviriyor. Yaşama/yaşamama olasılığı da iki tarafa eşit oranda bölünüyor.

Sanırım her iki taraf da bu durumun farkında olduğundan savaşın keskinliğini köreltmenin yolları aranıyor.

Beni esas ilgilendiren bu ölümcül kumarı oynayanları izleyen kitlenin ruh hali. Sanki Kurtlar Vadisi dizisindeki bir sahneyi izliyormuş gibi bakıyor millet.

Bazı ileri zekâlı geriler, “hangi taraf kazanırsa nasıl yanaşırım” hesabını yapıyorlar. Hepsinin poposu dımdızlak açıkta, onun bile farkında değiller.

Ruh halimiz bozuk. Daha fazla heyecan, daha hazla gerilime alıştırılınca, aşırı doz bağımlılarına döndük.

Yüksek lisans dersinde, ara verip yeniden dersliğe geldiğimde “Az önce yeni istifalar olmuş” diyorum, “ortam hayli gergin. Kimbilir belki de dersten çıktığımızda ülkemiz bile olmayabilir.”

20 kişilik sınıf gülme krizine giriyor, “neden ki” diyen bile çıkmıyor. Rus ruletinin, ruh ruletine etkisi bu, anlayın gerisini.

Köşesinde kitabımla ilgili güzel şeyler yazan Fehmi Koru’ya gündeme ilişkin bu benzetmemi söylüyorum, “silah ateşlenmedi mi daha?” diyor. “Bence ateşleniyor da şimdilik ıskalıyor, mesele tabancanın kaç patlar olduğu” diyorum. Sonra da sohbet son yıllarda ortalığı dolduran soytarı ve de embesil bir kısım analizcilere geliyor...

NE ÇEKTİN BE İSMİNDEN KİTABIM!!!

Fehmi Koru, Taha Kıvanç ismiyle yazdığı köşede şöyle demiş: “Kitabın başlığı ‘Aşk Yüzyılı Bitti’ (…) olunca, bu bana ‘malumun ilâmı’ gibi gelmişti. Oysa çok daha başka bir şey yapıyor Nuran Yıldız; günümüzü ve kendimizi daha iyi anlamamıza ufuk açıyor... Sadece ruhumuzu, aşkın halimizi ele almıyor bu kitap, basbayağı güncel iç ve dış siyaseti de aktörleriyle önümüze seriyor...”

Kitabın çıktığı günlerde de arkadaşım (!) Akif Beki, “Soft yazılar yazacak günlerde değilim, olsaydım kitabını yazardım” demişti. Ben de kendisine “Kitabımı yazmanı istemiyorum, sadece soft olduğunu düşünmen canımı sıktı” demiştim.

Şimdi. Bu bakış açısıyla baktığınızda, Kemal Kılıçdaroğlu’nun kendi web sitesine koyduğu okuduğu kitaplar listesinde ikinci sırada, benim kitabımı görenler Kemal Beyin aşka, meşke daldığını düşünüyor olabilirler mi?

“Aşk”tan sadece kadın ve erkek ilişkilerini anlayan ama hayattaki konumlarını “ilahi aşk” üzerinden yapan arkadaşlara ne diyebilirim ki…

TRT HABER VE MÜZİK ZİYAFETİ…

Son birkaç yıldır TRT Haber, Berlin Flarmoni ve Viyana Flarmoni orkestralarının yeni yıl konserlerini yayınlıyor.

Yeni yılın ilk günü, Viyana Flarmoni konseriyle mest oldum. Tek kelimeyle enfes. Muhteşem. Soluk kesici. Nasıl güzel bir müzik. Nasıl güzel kamera açılarıyla ve görüntü yönetimiyle yayınlanıyor anlatılamaz. Müziği dinlemekle yetinmeyip ekran karşısına mıhlanıyor, ruhunuzu müziğe, gözlerinizi görüntü akışına teslim ediyorsunuz.

Bizimkilerin yayınladığı, insanı müzikten soğutucu, kameraların renksiz sahnedeki orkestraya sabitlendiği yayınların tam tersi. Her şey göz ve ruhu teslim almak için tasarlanmış. Tüm ayrıntılar pembe, beyaz, kırmızı çiçeklerle süslenmiş.

Viyana’daki masalsı Musikvereinsaal’ın altın salonunda konser izlemek için bilet bulma olasılığı 40 binde bir… Eserler genellikle Strauss ailesinden seçiliyor.

TRT Haber’de, canlı yayınlanan konserde “yılın ilk günü yataktan nasıl kalktım bir bana sor” görüntüsünden eser yok salonu dolduran dinleyicilerde. Önemli bir kısmı neden uzak Doğuluydu onu anlamadım tabii…

Şef Daniel Barenboim’in yönettiği konserde tam dört kez bis yapıldı. Son eser Radetsky Marşı’ydı ki, dinleyiciler CSO konserlerinde ülkemizdeki dinleyicilerle aynı alkışlarla esere eşlik ettiler.

Konseri izlerken, büyülenmemin arasında bu ziyafetteki kendi katkımı düşünüp yanağımdan bir makas aldım. Çünkü bundan 6 yıl önce, “CSO ile Ankara Üniversitesi 19 Mayıs Gençlik Konseri”ni organize etmeye başladığımda, TRT yönetiminden konseri TRT Haber’in yayınlaması isteğimi söylediğimde, tereddüt eder gibi olduklarında “NTV’ye de önerebilirim ama CSO ve TRT daha iyi bir ikili olurlar” demiştim.

Geçen hafta görevinden alınan TRT Haber’in başındaki Ahmet Böken konserimizi her yıl düzenli yayınlamış ve reyting aldığına tanık olmuştu. Sonraki süreçte dünyanın en büyük orkestralarının yeni yıl konserlerini yayınlamayı alışkanlık haline getirdiler. Bir haber kanalı için ne büyük bir prestij.

Konseri izlerken artık görevde olmayan Ahmet’e mesaj attım, “İyi de şimdi konser kayıtlarını bana kim gönderecek?” O bana yeni yıl konserlerinin kayıtlarını gönderirdi çünkü…

Bu yıl daha çok klasik müzik dinleyin… Başlarda yanlış eserler dinleyenler sevmeyebilir ama alışırsanız en güzel alışkanlıklarınızdan olacaktır. Mesela bu yılın yeni yıl konserlerinin kayıtlarını internetten dinlemek iyi fikir olabilir.

AKLIMDA KALAN

Lüks evlerde eğreti yaşamlar: Gülben Ergen bir dergiye yeni evini ve yeni yaşam biçimini anlatmış. Büyük metrekarelerden görece küçük (!) metrekarelere geçişindeki tevazuya filan dokunmuş. Sonra da evinin dekorasyonunu yapan birinden söz etmiş. O iç mimarın zevkine o kadar güveniyormuş ki, dekorasyonu ona bırakmış. Şimdilerde kazandıkları paraları nasıl harcayacağını bilemeyen insanlarda böyle bir moda var. İçinde yaşayacakları evleri başkalarına tasarlatıp döşetiyorlar. Benim da aklıma takılıyor, insan evine iş yeri muamelesi yapar mı? İçinde yaşayacağı eve dekor muamelesi yapar mı? Buna lüks evlerde, eğreti yaşamlar denmez de ne denir?