Nuran YILDIZ

SÖZÜN PUL OLDUĞU ÜLKE…

----- 13.01.2014 - 15:01 -----

Her kafadan bir ses çıkıyor. Kimsenin kimseyi dinlediği de yok, dikkate aldığı da.

Karşılıklı atışmalar, tuluat tadında. Ciddiyetsiz ve de içeriksiz. Velev ki ciddi ve içerikli olsun, tartışmacılar boş bu kez de.

Sözün pul olduğu günlerde, sözün pul olduğu ülkedeyiz.

Sözün değeri yerlerde sürünüyor, sadece politik alanda değil, magazinde, ekonomide, her yerde.

Oysa söz değerliydi;
“Önce söz vardı”yla başlayan kutsal kitaplar var. Tüm dinler Tanrının “söz”de olduğunu kabul eder. Tüm dinler varlıklarına sözden yola çıkarak varırlar.

“Söz”de saygı vardır.

Felsefe ve elbette derinlik vardır.

Söyleyene atfedilen değer sözde somutlanır.

Ne hazin. İçinde olduğumuz duruma bakın. Keskin sanılan cümleler çamur yığınına dönüşüyor.

Ne acı. Mirası sözün değerini bilme felsefesi olan bir ülkede yaşanıyor bunlar.

Ne utanç verici. “Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı” anlayışındaki vakar yitip gitmiş.

Ne düşündürücü. Muhafazakârlık anlayışıyla iktidarda olanların ve varlıklarını İslami duruşlarıyla tanımlayanların zamanında pula dönüştü sözcükler…

YİNE AYNI ŞEYİ SÖYLEYECEĞİM: BU NE SAÇMALIK YAA!

Vahap Munyar’ı severim. Medyada gazeteci gibi gazetecilik yapan bir elin parmakları kadar kalanlardan birisidir Munyar.

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti yönetimindedir. Anlamlı işlerin altına imza atmasını beklediğim kişidir.

Uçakta. Başbakana Emniyet Genel Müdürlüğü’nün gazetecilere basın odasını yasaklayan genelgesini sormuş.

Başbakan da “İsabetli bir genelge olmuş” demiş.

Anlaşılan o ki Erdoğan’a baskı altında olmak yarıyor. Doğru yorumlar yapabiliyor.

Geçenlerde yazmıştım. Özetini vereyim:

İstanbul Emniyet Müdürlüğü, gazetecilerin binaya girmesini yasaklamıştı.

Ben de demiştim ki, onlar polis, yeni medya, yeni iletişim olanakları, yeni dünya üzerine bir yere kadar fikirleri olabilir. Klasik anlayışlarını yeni anlayışla değiştirmemiş de olabilirler.

Emniyet’in önüne yığılıp durumu protesto eden gazeteci örgütlerinin yöneticilerini, yere kameralarını koyarak protesto eden muhabirleri dehşetle izlediğimi söylemiştim.

Ve sorularımı sıralamıştım: Sanki bugüne kadar Emniyet’ten sızan bilgiler gazeteci başarısıydı? Sanki bugüne kadar binada oda tutarak yapılan kayda değer haber vardı?

Eskiden polis-adliye muhabirleri gazetelerde telsiz başında dinleme yaparlardı. Telefonla ulaşılan haber kaynakları vardı.

Şimdi polislerin muhbir gazetecileri var.

Şimdi internete konan belge ve haberler var. Ve gazetecilere hangi sitelere ve hangi tweet’lere bakmaları gerektiğini söyleyen polisler var.

Efendim, nasıl olur da gazeteciler Emniyet’e giremezmiş? Girseler ne olur girmeseler ne olur! Sanki gazetecilik var, sanki haber artık gazetecinin bulduğu bir şey de, kendilerine servis edilen bir şey değil.

Önce protesto eden, şimdi Başbakana soran gazetecilik örgütleri yöneticilerine diyeceğim o ki; meslek adına yapacağınız en iyi şey, basın odası verilmemesini protesto etmek yerine gazeteciliğin cenaze namazını kılmaktır. Evcilik oynar gibi gazetecilik yapılan ülkede, basın odasının olmaması ciddi sorun oluyorsa ben sadece, “Bu ne saçmalık yaaa!” diyebilirim.

FRANSA’DAN ALINACAK DERSLER

Tarihimiz, Fransa’dan aldığımız dersler ve Fransa’ya verdiğimiz dersler olarak da anlatılabilir.

Fransa politikacılarının özel yaşamlarından ders alma olasılığımız sıfır. Çirkin adamlar ve kimin gelip kimin gittiği belli olmayan trafiğiyle güzel, alımlı, zarif kadınlar.

Bizim politikacılar da zamparalık yapar ama yapmıyormuş gibi davranırlar.

Arkasında duramayacakları ilişkileri açığa çıktığında ilişkideki kadını ilk onlar satarlar.

İkiyüzlüdürler, ya yaparlar yapmıyormuş gibi davranırlar ya da ağızlarıyla ayıplarken içten içe imrenirler.

Eşlerini aldatmak için seçtikleri kadınları, bir gece görseniz bin gece görmek istemeyeceğiniz pespaye hatunlardan seçerler.

Diyeceğim o ki, bizimkilerle Fransız politikacılar arasında fersah fersah fark var.

KENDİ OKURUMA NOT:

“Bir söyleşiniz olsa da katılsak” diye, “Ankara’da olsa ne güzel olur” diye, “İstanbul’da bizlerin de katılabileceği konuşmalarınız hiç olmuyor mu” diye başımın etini yiyen sevgili kendi okurlarım, bu not size. 15 Ocak 2014 Çarşamba, saat: 14.00’de TOBB-ETÜ’de, Ankara’da, 16 Ocak 1014 Perşembe, saat: 18.00’da Ortaköy House Cafe’nin sıcak ortamında, İstanbul’da buluşabiliriz. İsterseniz:)

AKLIMDA KALAN

Ucuz kahramanlar: Çok önce de yazdım. Defalarca. Her tür insana katlanabilirim ama ucuz türüne asla. Fırsatçılar ucuzdur. Korkaklar ucuzdur. Asalaklar ucuzdur. Omurgasızlar ucuzdur. Hiçbir metrekarede karşılaşmak istemem ama o kadar çoklar ki, her metrekarede burun buruna gelme riski hep vardır. 15 Ağustos 2013’de yazdım, dedim ki, tutuklu bir akademisyen var. Suçsuzluğu o kadar belli olan Prof. Fatih Hilmioğlu üstelik ağır hasta. Tutukluyken oğlunu kaybetti. Eşinin ruhsal durumu bozuldu. Birileri o hocaya sahip çıksın istedim. Kimseden ses çıkmadı. Şimdi ortalık dumanlı ya. O günün korkakları bugünün cesuru oldular. Başlarında gazeteciler geliyor, köşelerinde Prof. Dr. Hilmioğlu’nu anmaya başladılar. Bir yandan midem bulanıyor, bir yandan buna da şükür diyorum.