Nuran YILDIZ

TARAF’SIZ MEDYA…

----- 06.02.2014 - 00:01 -----

2008’in sonlarıydı. Aktüel Dergisi, beş koca yılda gazeteleri tek tek tarayarak yazdığım Tanklar ve Sözcükler kitabımı, içindeki cümleleri bağlamından kopararak, lime lime ederek haber yapmıştı.

Kitabımda olmayan ifadeleri kes-yapıştır yaparak amaçlarına hizmet edecek bir biçimde sunmuşlardı.

Tüm iyi niyetimle Aktüel’in o günlerdeki yönetmenine yaptıklarının gazetecilik etiğine uygun olmadığını ve bir iletişim hocası olarak durumun beni çok üzdüğünü yazmıştım. Yanıt sadece “Açıklamanızı aldık” olmuştu.

O günlerde Aktüel’in yayın yönetmeni kişi, o günlerde Taraf gazetesinin yönetimindeki başka bir kişiyle evliydi. Ne tesadüftü!

2010 yılının anımsamak istemeyeceğim bir günüydü. Taraf’ın manşeti şöyleydi: “Başbuğ’un yıldızı CHP yönetiminde!” Korkunç bir fotoğrafımı da koymuşlardı.

Bildiğim kadarıyla İlker Başbuğ suçlu değildi, TSK ve CHP suç örgütü değildi, ben ise sadece öğretim üyesiydim, profesör bile değildim.

İlker Başbuğ ile selamlaşan herkes onlar için itibarsızlaştırılması gereken kişilerdi. Manşete çıkarılmamın gerekçesi Başbuğ’a danışmanlık yaptığımı iddia etmeleriydi.

Öyle bir şey yoktu. İlker Başbuğ ve ailesini tanımam başka, danışmanlık başkaydı.

Üniversitedeki odamda gazetenin manşetini alta gelecek biçimde ters çevirmiş, düşünüyordum. Can sıkıntım daha çok başlıktan mı kaynaklanıyordu, korkunç fotoğraftan mı halâ emin değilim.

Odamın kapısı açıldı, çok değer verdiğim Rektörüm içeri girdi. “Neyin var?” dedi. Başımla gazeteyi gösterdim.

Baktı. “Ne var bunda, boş ver” dedi, “Hayatına ne kadar titizlenirsen titizlen, bazı şeyler senin dışında gelişir.”

“Neye canım sıkılıyor biliyor musunuz” dedim, “İçinde hiçbir suç, ayıp olmayan bir durum bile böyle manşet yapılıyorsa, bir kadına kim bilir daha neler yapabilirler! Korkunç!”

“Sıkma canını” dedi hocam, “Hayatının sorumluluğu sadece sende, kimseye hesap vermen gerekmiyor.”

Sonra beni güldürmeyi de ihmal etmedi, “Hiç değilse senin bizim gibi hesap verecek bir karın yok.”

İçim biraz olsun rahatlamıştı ki, telefonum çaldı. Tanımadığım bir numara. Açtım, karşımdaki Mehmet Baransu olduğunu söyledi. Önümde duran gazetede beni manşete çıkaran muhabir.

O günlerde elinde bavulla fotoğrafı yoktu daha. Yeni yeni adı duyuluyordu ve sadece askerleri zora sokacak haberler yapıyordu. Beni neden aramıştı ki?

“Size birkaç soru sorabilir miyim?” demişti. Sesi bugünlere göre daha normaldi. Yani. Daha üst perdeden, daha bildiğini okuyan bir tarzı yoktu.

Sanırım sesinin normalliğinden, karşımda işini yapmaya hevesli ama başkalarının kötü niyetine alet edilmiş biri varmış gibi konuşmaya başladım. “Bakın” dedim, “beni manşete çıkardığınız haberin gerçekle hiç ilişkisi yok. Bunu neden yaptığınızı anlamıyorum, ben bir üniversite hocasıyım ve öğrencilerime karşı sorumluluklarım var.”

“Sizi üzmek istemezdim, cevabınızı yayınlayabilirim” dedi. “Hiçbir şey yayınlamanızı istemiyorum. Yapacağınızı yapmışsınız. Sadece size genç bir adam olduğunuz için bir şeyler hatırlatabilirim. Gazetecilik yapacaksanız ilkeleri önemseyin. Başka insanların yaşamlarını alt üst eden bir gazetecilik değil, iyiliği önceleyen gazetecilik yapın. Daha yolun başındasınız, bir anneniz, aileniz var, onlara karşı sorumluluklarınız var. Gazeteciliği öyle onuruyla yapın ki, başınız hep dik olsun. Bana yaptıklarınıza rağmen gördüğünüz gibi sizin gazeteciliğinizden umudumu kesmiyorum” dedim. Ve daha bir sürü hayat dersi cümlesi kurdum.

Baransu sessizce dinledi, beni üzen bir haber yaptığı için üzüldüğünü, gerekirse tekrar arayıp arayamayacağını sordu. Düzgün haber yaptığı sürece arayabileceğini söyledim, bir daha aramadı. O konuşmayı şimdi hatırlar mı bilmem.

O günlerin üzerinden çok zaman geçti. Taraf gazetesinin tavrında bir değişiklik yok. Hem kendi eski çalışanlarıyla hem eski yol arkadaşlarıyla kavgada. Hakkında soruşturma başlatılmış. Elbette adalet öyle gerektirdiği için değil, günün koşulları öyle olduğu için.

Biz iletişim hocaları tarihin hiçbir döneminde gazeteciliğin tarafsız olmadığını, olamayacağını biliriz. Yine de ideallerden vazgeçmeyiz. Yine tarihin hiçbir döneminde Taraf gibi gazetelerin ve onun benzerlerinin insan itibarlarını katletmesine izin verilmez.

Dünyanın hiçbir yerinde ifade özgürlüğü, o ifadenin bir başka insana verdiği zarara göz yumabilecek kadar fütursuz olamaz.

Türkiye. Tarihin hiçbir döneminde yaşamamış ve dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir ülke gibi.

Keşke Taraf’a açılan soruşturma, Hükümeti hedef alan haberlerden dolayı değil, insan onurunu hedef alan haberlerden dolayı olsaydı…

İLETİŞİMİN SİHRİ 2

Herkesin tanıdığı, çok yakın bir arkadaşım hakkında kötü bir haber yapılmıştı.

Haberi yazan muhabiri aramasını söyledim. Aramaktan korkuyordu. Ters bir durum yaşanacağını, her şeyin daha kötü gideceğini düşünüyordu.

Haklı da sayılırdı. Çünkü medya ilişkisini yönetmek dans etmek gibidir. Dans etmesini bilmiyorsan pistte iki seksen uzanma ihtimalin yüksektir.

Yanına oturdum, “korkma bir şey olmayacak” dedim. Nasıl konuşması gerektiği üzerine söylediklerimi not etti ve notları önüne koyarak muhabiri aradı. Notlardaki gibi konuştu.

Birkaç gün sonra o muhabir, bizimki hakkındaki en iyi haberlerden birini yapmıştı.

Biz, Mr. ve Mrs. Robinson söylediğinde dikkate alan bir milletiz ya bir de oradan anlatayım:

“The Mentor” programının mentoru, iflasın eşiğindeki firmanın sahiplerine, siparişlerini yetiştiremedikleri müşterilerden kaçmak yerine onlarla iletişim kurmalarını önerdi.

Firma sahipleri başlarda gönülsüzdü ama sonra söyleneni yaptıklarında, kızgın müşterilerin anlayışla karşıladığını görüp şaşırdılar.

İletişim sihirlidir. Tüm mesele sözcükleri uygun oranda karıştırmakta.

“HİÇ O AÇIDAN BAKMAMIŞTIM”IN SİHRİ NE?

Geçen yazıda iletişimin sihrinden söz ederken bir örnek vermiş, “Hiç o açıdan bakmamıştım” cümlesini daha sık kullanmanızı söylemiştim.

Her şeyin arka planını bilmeye meraklı okur, “bu söz sihrini nerden alıyor” diye sormuş. Şuradan alıyor:

Bir kere karşınızdakine söylediğine önem verildiği hissi veriyor.

İkincisi, ukalalıktan uzak, alçakgönüllü bir hâl takınmanıza yol açıyor.

Üçüncüsü, karşınızdaki sizi tehdit gibi görmek yerine uyumlu biri olarak düşünüyor.

Dördüncüsü, sohbette uzlaşma umudunu artırıyor.

Şimdilik bu kadar açıklama yeterli mi, sevgili her şeyi bilmek isteyen okur?

ŞUBAT AYINI NEDEN SEVMEM?

Şubat ayını hiç sevmem. Çünkü;

Bir, kısadır yılın çabuk bitmesinden sorumlu tutarım.

İki, yeni yıl ruhunun eskiyip, sonraki yıla az kaldığını düşündürür.

Üç, soğuğu keskindir.

Dört, sevgilin olsa da olmasa da abartılı sevgililer günü kampanyalarına maruz kaldığın aydır.

AKLIMDA KALAN

Kendi okurumla hasbıhal isteği: CHP seçim kampanyasını açıkladı. Derdi benim okuru aldı. Ne düşünüyormuşum? Açıkçası kampanyaya şöyle bir baktım ve “İçinde insan yok bu kampanyanın. Kendi tabanına, tabanın da okumuş yazmış kesimine yapılmış bir kampanya” dedim ve konuyu kapattım. CHP benim fikrimi sormaya gerek duymadı, ne de olsa çok bilen iletişimcilerle çalışıyorlar. Tuhaf olan bir şey var. Kampanyasıyla ilgili fikrimi CHP sormadı ama başkaları sordu. Kim sordu derseniz… Bildiniz, iktidar partisi!