Nuran YILDIZ

KASETİNİZ ÇIKARSA NE YAPMALISINIZ?

----- 24.03.2014 - 09:01 -----

Anlaşılan o ki, bir kaset beklentisi mevcut. Telefon tape’leriyle ulaşılamayan sonuca, görüntülü kasetlerle devam edilecek beklentisi bir kısım kamuoyunda (!) oluşmuş durumda.

Kasetleri hazırlayanlar da, yayınlayacak olanlar da, muhalefet de ellerini ovuşturmaya başladı bile, nihayetinde ilke mücadelesi diye bir duruş beklemek nafile.

“Mut’a nikahı”, “slikon maskeli tuzak” ifadelerine bakılırsa cinsel dozu yüksek, tinsel dozu düşük kasetler olacak. Sahada yenemediğini yatakta yenmeye çalışmak gibi bir saçmalık.

Madem ki iletişim yazıyorum, kaseti çıkacak kesimlere öneriler listesi sunmayı da görev bilirim;

Ön bilgi: Kaseti çıkan kişi bilmeli ki, Deniz Baykal, yeryüzünde uçkur davasından koltuk kaybeden az sayıdaki kişiden biridir.

İlk yapmanız gereken, söylenti kulağınıza geldikten hemen sonra önüne geçebilmek için Pensilvanya ile sıkı ilişkileri olan kimseleri aracı koyarak yayınlanmasını önlemeye çalışmak olmalı. (Bu öneri bir okur mail’nden alınmıştır.)

Diyelim ki önleyemediniz, TİB’de de tanıdığınız yoksa;

İlk önce kayıtta nasıl göründüğünüzü kafaya takın. Emin olun izleyenler “ ne ayıp”, “vay ahlaksız” falan demeyecekler. Erkekseniz göbeğinize, kadınsanız memenize ve poponuza bakıp dedikoduya malzeme toplayacaklar. Durumunuz iyiyse paniklemeyin, sadece hasete konu olursunuz.

İkinci olarak kayıtta ağzınızdan çıkan sözlerin neler olduğuna bakın. Sıradan, bildik cümlelerse hayal kırıklığı yaratacağınızdan es geçilecektir, sıra dışı hitaplar ve cümleler varsa (a)sosyal medyanın ağzına sakız olacağınız garanti. İyi yanından bakın, dil çeşitlemesine katkınız olur.

Üç, aile halkı için bir açıklama hazırlayın. En kolayı “montaj” deyip geçmeniz. İnandırıcı olur mu, olmaz. Ama hane halkı “evet yaptım” demeniz dışında ne söylerseniz inanmaya hazırdır. “Gazozuma ilaç kattılar” da deseniz inanacaklardır.

Dört, sakın basın toplantısı falan düzenlemeyin. Bu tür çözümler Gülben Ergen gibi magazinel kişilerde işe yarar. Siz yaparsanız, “arsız ve yüzsüz” etiketini alır, efsane olma fırsatını kaçırırsınız.

Beş, partnerinizi çiçek sulayıcı tiplerden değil, en aile bağlarına bağlı olanlara bile iç geçirtici tiplerden seçmelisiniz. En azından evde “Bende olmayıp da onda olan ne var?” zılgıtından kurtulursunuz.

Altı, germeye, gerilmeye gerek yok. Tüm sistem size “seks yap, seviş, kendini düşün” diyorsa, yaptığınız sadece sisteme tabi olmaktır. Yani övünülecek bir şeydir, utanmak ne kelime, kendinizle gurur bile duyabilirsiniz.

Yedi, unutmayın kasetiniz çıktıktan sonra siz artık kimi cinsel dünyaların rol modeli oldunuz demektir, bu sıfatın hakkını vermeye devam edin.

Sekiz, muhafazakâr kesimdenseniz, kendinize evde bolca sabır, boşanabilir kesimdenseniz iyi bir boşanma avukatı dileyin.

ACIKLI

Büyükşehir adayı ülkücü derken, Genel Başkanı bozkurt işareti yapıyor. (Mansur Beyin etkileme gücü olsa gerek.)

Parti Meclisi üyesi Siirt’te, BDP için oy istiyor.

Miting alanlarında “paralel yapı” avukatlığı yapılıyor.

CHP hiç bu kadar acıklı olmuş muydu, anımsayan var mı?

MEDYANIN GÖZDEN KAÇAN RESMİ

Bir tape yayınlandı. Egemen Bağış’la, Metehan Demir konuşuyor.
Herkes işin Bakan kısmına, “Bakara, makara” kısmına takıldı.

İşin gazeteci tarafına bakan olmadı. Oysa Metehan Demir, son yıllarda Ankara gazeteciliğinin geldiği noktanın ibretlik bir resmini ortaya koyuyordu.

Siyasetçilerle enseye tokat ilişkiler, patronun iş takipçiliği ve patrona yaranma. Bolca geyik ama haber nafile.

BİR DOĞRU, İKİ YANLIŞ REKLAM

Soruyorlar, “PKK ile görüşen, terör örgütü lideriyle diyalog kuran bir iktidar, göndere bayrak çeken reklamıyla inandırıcı olur mu?”

Olur. Bayrak her şeyi örtecek kadar güçlü bir örtüdür. Seçmen ise ancak yakını görebilen bir miyoptur.

Doğru reklam.

Gazete ilanı. Başlıkta kocaman “Estetik Şehirler” ifadesi ve kocaman bir Erdoğan fotoğrafı.

Bu başlığı atan, bu reklam metnini yazan arkadaşa soruyorum: “Kardeşim sen hiç Ankara’ya yapılan dört kapıyı gördün mü? Estetik şehirden söz etmeye az biraz utanır insan.”

Yanlış reklam.

Televizyon reklamı. Bir uçak hangarı. Belli ki uçak mühendisi. İlk uçağımızı yapıyor olmaktan duyduğu gururu anlatıyor.

Ayıp ki ne ayıp. Türkiye’de ilk uçak fabrikası 1936’da yapıldı. Hem de iki dünya savaşı arasına kısılmış, yoksul günlerimizde. İlk Türk uçağı 1941’de uçtu. (Cumhuriyetin idealist adamı Nuri Demirağ’a saygılarımı sunarım.)

Mustafa Kemal’in ölümüyle ve DP’nin iktidarıyla tüm gelişmeler durduruldu.

Ne had bilmez bir reklam.

GÖRMÜYORSAK YOK MU?

Kenan Işık, gittiği spor merkezinde fenalaşıp düşünce başını kötü çarpmış. Yoğun bakımda.

Olaydan sonra “tv sunucusu” olarak haber edilen, oysa tiyatromuzun ve seslendirme dünyamızın yüz akı, haklı gururu Kenan Işık.

Son yıllarda spor merkezleri, fitness center’lar gazlaması ayyuka çıkmış durumda.

Kendine kafayı takan insanlar çağının dev sektörü.

Oralarda yaşanan sağlık sorunları, ölümler nedense hep gözden uzak tutulur.

Sağlıklı olmakla fit olmak aynı şeymiş gibi sunulur, ne çirkin!

Ölen, yaralanan, kriz geçiren bir medya ünlüsü olmasa kimsenin haberi olmaz spor yaparken ölüp gidenlerden.

Geçmiş olsun Kenan Işık. İyileşin ve lütfen bir daha doğada yürümek dışında spor falan yapmayın. Bize fit vücudunuz değil, akıl, ruh ve sanat sağlığınız lazım.

BU ÇİRKİN

Cumartesi Ankara’da yapılan Başbakanın mitinginde görüş alanı sağlansın diye ağaçları kesmişler.

Bana göre 4 gruba karşı işlenen suçlar af kapsamına girmeyen ve insanlığa karşı işlenen suçlar kapsamında en ağır cezaları almalı: Çocuğa karşı, yaşlıya karşı, hastaya karşı ve doğaya karşı işlenen suçlar.

BU GÜZEL

Çınar Oskay, Tanıl Bora ile söyleşisine giriş yazmış. Ankara’ya dair. Meğer Çınar Bey de Ankara yetiştirmesiymiş. Hep dediğim gibi İstanbul’dan Ankara zekasını çıkar, geriye göçmen zekasından mahrum kalmış ABD kalır.

Şöyle demiş Çınar Oskay:
“Çocukluk günlerimin rengarenk hayatı, coşkulu entelijansiyası yok oldu, artık tadı yok derdim. Ama son zamanlarda Ankara’ya geldiğimde içimden gitmek gelmiyor. Rock grupları, yeraltı edebiyatı, Behzat Ç., ODTÜ, Kuğulu Park…”

AKLIMDA KALAN

Güzin Abla köşesine başlık olan soru: Güzin Abla köşesini okurum. Yanıtlarındaki, saptamalarındaki abzürtlükle eğlenmek de benim hobim. Ve ayrıca oradaki mektuplar apaçık seçmen profilinin ipuçlarını verir benim için. Bu kez ne eğlendim, ne de seçmen profili umurumda oldu. “Sema” rumuzlu birinin sorusu fazlasıyla sersemleticiydi: “Dilencilerin kucaklarındaki bebekler neden hep uyur?” Kendince bulduğu yanıtları yazmış. Bebeklere alkol veriyorlarmış! Ya da başka şey… İyi de, dilencilerin kucaklarında bebeklerin uyumasına, durmasına izleyici olan ya da görmezden gelen siyasi otorite (iktidar, belediye, muhtar vs.) bebeğe alkol (ya da başka şey) veren caniden daha az suçlu ve daha az mı zalimdir? Sahi, dilencilerin kucaklarındaki bebekler neden hep uyur?