Nuran YILDIZ

ÇIĞLIK

----- 12.02.2015 - 09:15 -----

Etek boyunu uzun tut.

Yakan boynuna kadar kapalı olursa daha iyi.

Saçını omuzlarına doğru taramak da ne! Bir tel saç bile düşmesin alnına.

Parkta bir başına oturma. Oturuyorsan sadece önüne bak.

Yüksek sesle gülme. Kahkahanı içine içine at.

Küçüksen. Evinin önünde evcilik oynamaya kalkma. Saklambaç, körebe, hiçbiri.

Otobüse binme kalabalıksa. Yürü.

Gideceğin yer yürüme mesafesi değilse, baban ya da kocan seni götürsün.

Tırnaklarını kısa kes.

Minibüse binme. Ne gündüz ne de gece.

Sokağa çıkmak da neyin nesi, otur evinde.

Evde oturman yetmez. Tehditin nereden geleceği belli mi olur?

“Aile içi”ne dikkat! Baban tacizci, kocan tecavüzcü, komşun sapık olabilir.

Kafanı omuzlarının içine çek. Görünmez ol, mümkünse.

Herkes katilin olabilir. Ölmek ne ki! Yakılırsın. Kesilirsin.

Bir yıl kadar önce. Minicik Gizem kaçırılıp öldürülünce. Öldürülüp yakılınca.

Aileden Sorumlu Bakan, “çocuklarınıza çığlık atmayı öğretin” demişti.

Yakılarak öldürülen 6 yaşındaki Gizem sanki hiç çığlık atmamıştır.

Aylardır Van’da kaybolan minik Nehir’den haber yok. Kim bilir ne çığlıklarla çizildi, çiziliyor kaderciği. Gündemden düştü. Gitti.

Tarsus’ta. 20 yaşındaki Özgecan eve gitmek için bindiği minibüste öldürülürken sanki hiç çığlık atmadı. Sadece evine gitmek istiyordu. Sadece.

Kadın ve çocuk çığlıklarıyla dolu bir bataklığa döndük. Dibe doğru gömüldükçe gömülüyoruz.

BU GEYİK DAHA NE KADAR SÜRECEK?

Gazetecilerin etiğini tartışmaktan yorulduk. Zekalarını tartışmaya açma vakti.

Hollywood ünlülerinin kurduğu ancak eblehlerin inanacağı türden cümleleri nasıl oluyor da ciddiye alıyorlar anlamak zor.

Hiç mideleri bulanmıyor mu, uyduruk ifadelere reva görülmekten?

İş için, şov ya da konser için Türkiye’ye yolu düşen kim varsa hep aynı cümleleri kuruyor, bizimkilere daral gelmiyor:

“Yemeklerinize bayılıyorum!”

“Muhteşem bir tarihiniz var!”

“Kahveniz harika!”

“İstanbul’a daha önce de gelmiştim, unutamadım.”

“Ülkenizin kurucusu Atatürk diye biri var, hayatını okudum.”

“İnsanlarınız çok sıcakkanlı.”

Mesela. Savaş Özbey’in Hugh Jackman söyleşisi böyle cümlelerle dolu.

Hadi şöhretler pazarlama işi yapıyor. Her söyleşi öncesi ülkemizle ilgili ellerine 3-5 cümle tutuşturuluyor. Akıllarında kalanı yumurtluyorlar.

Pazarlamanın en pespaye halini ülkemizde geçerli sayıyorlar.

Peki gazetecilere ne demeli? Gazeteciden çok pazarlama şirketinin elemanı gibi yapıyorlar işlerini.

Sempati çoğaltıcısı değilsin ki sen.

Baktın karşındaki işkembeden atıyor, sen de o işkembeyi kıyıver. Pazarlama şaklabanlığını ortaya dök ki, gazeteciliğin ortaya çıksın.

Göz göre göre zekaya hakaretten, kaba saba atraksiyonlardan gına gelmedi mi daha?

Tamam, Savaş Özbey söyleşisinde Hugh Jackman’a “cahil ve şapşal” der gibi olmuş olmasına da. Keşke elini çekingen alıştırmasaymış.

Herkes herkese oynuyor. Herkes herkese oynadığı için alkış alıyor. Herkes herkese oynadığı için alkış alanlar da iyi para kazanıyor.

Bir dakika yaaa…

HANİ GRİYİ SEVMEZDİK?

Bir “grinin el tonu”dur gidiyor. Saçma sapan haberler.

Sado-mazo davranışlar göklere çıkarılıyor. Tüm köpürtme, “Grinin Elli Tonu”nun yapımcılarının daha çok kazanması için.

Kitabı çok satarken. Alıp karıştırmıştım. Sayfalarında kırbaçlar, kelepçeler yerine bir yığın marka gördüm.

Şimdi hatırlamadığım bir bilgisayar markası, Aston Martin araba, Blackberry telefon. Lüks ve şatafat simgeleri, masum bir vosvos etrafında arka arkaya sıralanıyordu.

Reklam mecrası olarak kullanılan “sponsorlu roman”dı bu.

Öğrencilerimden biri, popüler kitaplar ve reklam endüstrisi üzerine tez yazmaya başladı. Tezi basacak sponsorlar arıyoruz biz de.

BENDEN SÖYLEMESİ

Bundan sonra kasap köftesi tezgâh altına inecek.

Suç kanıtı sayılacak.

Köfte kokusu suça teşvik gerekçesi olacak.

Köfte satan kasaplar, yeni bir suç örgütü muamelesi görecekler.

AKLIMDA KALAN

Kayahan ve Nilüfer konserinin hayat dersi: Belli. Kayahan çok hasta. Umarım sağlıkla uzun yaşar diyeceğim, öyle olmayacak gibi. Sanki gitmeye hazırlıklı insanların rengi var yüzünde. 15 yıldır konuşmadığı Nilüfer’le barışmışlar. Konser verdiler. Şarkılardan daha önemli bir şeyi hatırlattılar: Kırıldığınız. Gönül koyduğunuz. Sevdiklerinizle. Dostlarınızla. Kaldığınız yerden devam etmek için, birinizin ölüme yaklaşması gerekmesin. Hayattaki en saçma şeydir, ölürken barışmak. Yük hafiflemez böylece, ağırlaşır. Ya sağlıkla yaşarken uzatacaksınız elinizi, daha uzun zamanın olacak muhasebe için. Ya da yarım kalacaksa kalacak.