Nuran YILDIZ

“KORKMA, BEN BURADAYIM…”

----- 25.07.2015 - 10:15 -----

Başımıza bombalar yağıyor. Büyük can kayıplarımız var. Durum olağanüstü. Ama biz. Fazlasıyla olağanız.

Siyasetçimiz “sizde mi buluşalım bizde mi” derdindeyken. Medyamız kopmuş et parçalarından reyting avlama derdinde.

Bu durumun adı “yeni normallik” oluyor. Ki bu konuda yazdığım kaçıncı yazı bu…

Terör, kriz, savaş vs. durumların oluşturduğu “kaos” hali, “yeni normal” olarak tanımlanıyor.

“Yeni normal”, hep geçip gidecek hissi veren kaotik durumların aslında hiç de gitmeyecek olduğunu ifade ediyor.

Dün Suruç’ta, yarın başka yerde, bugün Türkiye’de, yarın başka ülkede olup bitenler, kaosun “düzensizlik içerisindeki düzen”inde kurgulanmış bir düzeneğe denk geliyor.

Medya bu “yeni normallik” halinin hem oluşturucu, hem de yayıcı aracı.

Hem beden parçalayıcısı hem de et toplayıcısı.

İyi de. Ürkmeli mi bu durumdan, ürkmemeli mi? Kararı nasıl vereceğiz?

Mustafa Kemal’in bir sözü var: “Muharebede yağan mermi yağmuru, o yağmurdan ürkmeyenleri, ürkenlerden daha az ıslatır.

Kaos’tan ürkmek elbette insani, ancak ürküntü düzeyi, anlamaya engel olacak noktaya çıkarsa asıl sorun orada başlar.

Aklın devreye sokulup, bu ürkünç durumun kapsamlı biçimde ortaya konması gerekiyor.

Bunu da sokaktaki insan değil, devleti yönetenler yapacak.

Herkes suçlu arıyor. Tespitte bulunuyor. Oysa insanın asıl duymak istediği şey çok başka.

İnsan, “korkma, ben buradayım” diyecek bir sesi duymak, güçlü bir yapıyı görmek istiyor.

Bu cümlenin altının (devletin her düzeyinde) işinin ehillerince doldurulmuş olduğuna inanmak istiyor.

Alain Joxe’un “kaos imparatoru” olarak tanımladığı ülkede, kaos üzerine uzmanlık grupları oluşturulup teşvik edilirken, bizde hiçbir düşünsel/felsefi savunma ve çözüm önerisi geliştirici çalışma alanları oluşturulmadan oradan oraya koşturuluyor.

ABD, özellikle Obama’nın ikinci döneminde bütün iletişim planını yeni normalliğe göre değiştirdi. Bizimkiler hiç üzerinde durmadı.

ABD, Irak batağında yaşadığı sıkıntıları, kendi kamuoyuna açıklamakta güçlük çekince, küresel gerilim politikasının önce kendi ülkesinin kamuoyu tarafından reddedildiğini anladı.

Yeniden, daha çok dinleyen, daha az saldırgan (hiç değilse görünürde), daha barışçı bir dil/strateji benimsedi.

Gerilim dilini ise, hiçbir iletişimsel profesyonelliğe sahip olmayan, daha doğrusu iletişimsel korunaksız bizim gibi ülkelere ihale ediverdi.

Üstelik uzman/yorumcu soytarılarla dolu, “tamtamcı”, içeriksiz, derinliksiz, bilgisiz ve deneyimsiz, çığırtkan medyamızın kaos üreticilerinin ağzının suyunu akıtıcı durumu, işlerini/maniplasyonu daha da kolaylaştırıyor.

Suruç’la yaşadığımız saldırı onlarca cana mâl oldu. Her yeni olayda, sürekli maliyetleri ödeyip, kınama açıklamaları yapıp seyredecek miyiz?

Yoksa iletişim politikalarımızı hem lider hem de ülke düzeyinde yeniden gözden geçirerek manevralar yapabilecek miyiz?

Durumun halâ kurtarılabilir olduğunu düşünüyorum. Halâ büyük yuvarlak masalar etrafında toplanıp konuşulabilir.

Biz, Ankara Üniversitesi İletişim Araştırma ve Uygulama Merkezi olarak durumun çözümüne, iyileştirmesine katkıda bulunmaya çalışıyoruz.

“Kaos Yönetimi” programı oluşturduk. Ekim’de başlayacak program için devlet ve medya için ayrı eğitimler tasarladık.

Çıkar değil fikir, fantezi değil akıl devrede olursa, mekanizmalara onun ya da bunun adamları değil, gerçekten uzman kişiler dahil edilirse geri dönülmez bir noktadan önce geri dönmek mümkün olabilir.

Sanırım bu ülkede politikacıların en büyük düşmanı “her şeyi ben bilirim” cümlesidir.

AKLIMDA KALAN

Dövülen Suriyeli bir çocuk: “Uyu yavrum ninni, uyutayım seni/ Seksi meksi filmlerle avutayım seni…” Şimdi siz bu 1977 model Melike Demirağ şarkısının sözlerini “survivor’larla falan uyutayım seni” yapsanız aynıyla bugünkü medya düzeni. Şehir şehir. Sokak sokak. Kaldırım kaldırım. Her noktada Suriyeli dramı yaşanıyor. Burnumuzun dibinde. Binlerce haber kaynıyor Suriyelilerin dramında. Gazeteciler kör. Taa ki, bir Suriyeli çocuğun dövülmesine kadar. Ne zaman dramın içinden çocuk, şiddet gibi başka bir dram çıkıyor medyamız mahmur gözlerini açıveriyor. Bir çocuğun şiddet görmesi ne kadar çirkinse ve gerçek bir haberse, bir kadının banyo yapacak yer bulamaması da o kadar çirkin ve gerçek haber. Bir çocuğun şiddet görmesi ne kadar tahammül edilemezse, bir bebeğin kaldırım taşında uyuması da o kadar tahammül edilemez bir haber. Şiddet sadece bir çocuğun dövülmesi değil, bir dramın görülmemesi de şiddet.