Nuran YILDIZ

GAZETECİLER SİYASETÇİLER GİBİ DAVRANAMAZ

----- 26.12.2015 - 09:30 -----

Siyaset, en basit anlamıyla iktidara giden yol, yöntem demektir.

Bu yolda hukuka uygunluğu yasalar, ahlak kurallarına uygunluğu ise seçmenler denetler.

Ötesi siyasetçinin iradesine kalmıştır.

Söze dökülen irade, siyasetçinin tek aracıdır.

Sorumluluğu siyasetçiye aittir ve onu bağlar.

Dolayısıyla.

Siyasetçi, aynı konuda bir gün öyle, bir gün böyle diyebilir.

Bir gün onunla, bir gün bununla ilişki kurabilir, ilişki kesebilir.

Bir gün kavga edip, bir gün sarmaş dolaş olabilir.

Siyasetin doğası, insanın doğasına uymayan şeyleri kabul edebilecek kadar geniştir.

İyi bildiğiniz gibi bu durumu en yalın şekilde Süleyman Demirel özetlemiştir.

“Dün dündür” veciz sözünü hatırlayın.

Yine hatırlayın ki Obama, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin orta yerinde “Türkiye ile ilişkilerimiz esnektir” dediğinde.

Yani. “Türkiye ile bugün dost, yarın düşman olabiliriz” demeye getirdiğinde, millet iradesinin temsilcileri ayakta alkışlamıştı.

Ertesi gün bu cümle başta Hürriyet olmak üzere birçok gazetemizde sekiz (yoksa yedi miydi?) sütuna manşet olmuştu.

Esneklik, yaş bir dal parçasını büküp bıraktığınızda eski halini alma işi, yeni dönemin en önemli karakteristiğidir.

Siyasetçiyi en geniş marjlarda esnediği için onaylayacak/ onaylamayacak olan da, suçlayacak/ suçlamayacak olan da seçmendir. Siyasetçinin tek muhatabı odur.

Gazetecinin ise, dün öyle dediğine, bugün böyle deme lüksü yoktur.

İktidar rüzgârlarına göre yön değiştiremez.

Mesela. Dün göklere çıkardığı “cemaat”i, bugün “tu kaka” ilan edemez.

Siyasetçiye tanınan bu hak, gazeteciye tanınmaz. Onu bağlayan mesleğinin ilkeleridir.

Gazeteci, haberinin doğruluğundan sorumludur, kime ne fayda sağlayacağı sorusunu sadece “okur” için sorabilir.

Dolayısıyla. Hükümet İsrail’le arasına mesafe koyduğunda, gazeteci İsrail’i düşman belleyemez.

Gazeteci, Hükümetten daha fazla İsrail’i düşmanlaştırmaya kalkmışsa, altından sandalye çekildiğinde yere yapışıverir.

Gazeteci, haber kaynağıyla muhabbeti, kaynağın sözcüsü, taraftarı, savunucusu, tetikçisi kıvamına getiremez.

Gazeteciyle kaynağı arasında bir mesafe vardır. Bu mesafe sadece habere ilişkin de değildir. Haber-kaynak ilişki biçiminin bütününü kapsar.

Yani hediye alıp veremez. Kaynaktan yarar gözetemez.

Çerçeve bu olunca, bizdeki siyasetçi siyasetçidir de, gazeteci gazeteci değildir, başka bir şeydir.

Çerçeve bu olunca, Ömer Çelik’in “İsrail bizim dostumuzdur” ifadesi anlaşılabilir.

Aynı şekilde birkaç hafta sonra Rusya ile kanka olabiliriz.

Hele bir de zemin fazlasıyla kaygan, ilişkiler her an yeniden belirleniyorsa tahterevalli gibi.

Mesele, bir politikan var mı, yok mu meselesidir. Mihenk noktan var mı, yok mu?

Siyasetçiyle gazeteci iç içe geçerse, sözün özü, siyasetçi konum değiştirdiğinde “politika böyle gerektirdi” diyerek tornistan edebilir, öyle bir durumda gazeteci sadece zavallılaşabilir.

Kıssadan hisse; bu yazıyı Hükümeti savunan bir yazı gibi okumak yerine (yazılanlar her siyasetçi için geçerlidir), kavramları yerli yerine koyma yazısı olarak okumak gerek. Bunu yapmazsak ilerleyemeyiz.

BAŞBUĞ, MEDYANIN YENİ REFERANS KİŞİSİ OLUR MU?

Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Ahmet Hakan’ın programına konuktu.

“Cemaat”in iddialarının aksine, danışmanlık etmediğim ama kişiliğine ve ailesine saygı duyduğum bir dost.

Tutukluyken. Hep isteyip de yapamadığı şeyleri yapma fırsatı bulmuştu: Okumak ve yazmak.

O İlker Başbuğ, ilk kez güncel konularda konuşmak için ekrandaydı. İlk kez kendisine ve TSK’ya kurulan kumpaslar dışında konuşuyordu.

Oysa bu bölgede olup biten her şey, kendisine ve TSK’ya kurulan kumpasa dahildir.

İlk sözü, neden güncel meselelerde konuşmaya karar verdiğini açıklamak oldu:

“Güncel konularda taraf olmadan, bilgi sahibi olanların da konuşması gerektiğini düşündüm.”

Evet, uluslararası ortamda son derece hassas günlerden geçerken. Medyada en çok gereksinim duyduğumuz şey, taraf olmayan bilirkişilerin analizleridir.

Başbuğ, Ahmet’in programından başka bir programa katılır mı? Normal koşullarda katılmaz.

Öyle şeyler yaşandı ki, belki değişmiştir.

DOĞAN GRUBU’NDAN DOĞRU KARAR

Doğan Medya Grubu’nun başına Mehmet Ali Yalçındağ getirildi. Hem de “yayın politikalarından sorumlu” olarak.

Doğan Medya’da değişim şarttı.

Ve bu değişimin Yalçındağ gibi özellikle Hükümetle ilişkileri yıpranmamış, hedef odaklı bir ismin yönetime getirilmesi doğru oldu.

Değişimi hemen fark edeceğimizi sanıyorum.

KÖTÜ ÖRNEK: AVEA

Avea’nın son Woops reklamında ciddi sorun var.

Derste sıkılan tıp öğrencisine, “al telefonu internete bağlan oyun oyna” diyor.

Halbuki. Son yılların giderek zorlaşan işlerinden biri üniversitede hocalık yapmak.

Öğrenciyi akıllı telefonların, sanal dünyanın elinden kapıp ona bir şeyler anlatmaya çalışmak için türlü türlü yollar denemek zorunda kalıyoruz.

Ben kısa yolu seçtim. Derste telefon yasak. Ne görüş alanında ne de sessizde olacak.

Yine de Avea gibi kurumsal bir markanın öğrencilere ders dinlemek yerine akıllı telefonlarını önermesi sorumsuzca bir duruştur.

NEDİM ŞENER DOĞRUSUNU YAPTI

Bu köşede, Silivri önü nöbetinin içinin boşaldığını, samimiyetsizliğini yazdık.

Ertesi gün aynı gerekçeyle Nedim Şener, bu protestolara desteğini çekti.

Ne diyelim, güzel rastlantı:)

AKLIMDA KALAN

CHP İzmir’in evlere şenlik hali: CHP İzmir il kongresi yapılıyor. Büyükşehir Belediye Başkanı çıkıp Partinin milletvekili belirleme stratejisini eleştirdi. Milletvekili Tuncay Özkan da kürsüye çıkıp buna itiraz edip, tavır koyunca. Ortalık karıştı. Partililer milletvekilinin üzerine yürüdüler! Size bir şey diyeyim mi, böyle bir siyaset anlayışı için yüzde 25 oy bile çok.