Nuran YILDIZ

Haberturk.com - Arşiv

TSK'nın akıl vereni Can Dündar olursa...

Medyadan, siyasetten, romantizmden, her şeyden anlayan Can Dündar köşesinde yazdı. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı kendisini “İletişim ve Medya” konferansına davet etmiş.
Orada Can’ı kimler dinlememiş ki… Deniz Kuvvetleri Komutanı, yüksek rütbeli subaylar, görevli sivil personel…
Daha önce de Hava Harp Okulu’nda aynı konferansı vermiş. Eminim orada da kendisini en yetkili ve en önemli askerler izlemiştir. (Cümlenin fiili “izlemiştir” dikkatinizi çekerim.)
Kara Harp Okulu’nda ya da Kara Kuvvetleri’nde de engin bilgilerini paylaşma fırsatı bulmuş mu acaba?
Hiç öyle satır aralarında “ben neyim biliyor musunuz?” şovunu yapmayı beceremedim, ona yanarım. “Bilen biliyor” deyip geçerim ama bu tarzımın aptalca olduğunu da kabul ederim.
Askerler Can’ın anlattıklarından ne anladı bilemiyorum ama o, gazetecilerle askerler arasındaki iletişime ne kadar ihtiyaç olduğunu bir kez daha anlamış bu vesileyle..

Şimdi gelelim Irak’ın kuzeyindeki operasyonun bitimindeki şaşkınlığa ve kaosa. Operasyon öyle bir anda ve biçimde bitti ki herkes şaşkın. Bir kesim şaşırsa anlamak mümkün. Ama askeri, siyasetçisi, gazetecisi, halkı hep birden şaşkınsa durum tuhaf.
Oysa operasyonun iletişimi fena gitmiyordu. Görüntü desteği, ayrıntılı açıklamalar vs. Bir süreliğine olsa da uluslararası destek sağlanmış, iç kamuoyu birkaç ayrılıkçı dışında tek yürek olmuştu.
Sonra ne olduysa oldu.
Önce Zebari’den öğrendik ki operasyon bitmiş.
Sonra Genelkurmay Başkanlığı bittiğini açıklamış.
Başbakan ulusa seslenmekten “u” dönüşü yapıp bittiğini bilmediği operasyonun bittiğini bildiğini açıklamış.
Cumhurbaşkanı “her şeyden haberimiz vardı” demiş.
Hükümet üyeleri birkaç saat önce yaptıkları “operasyon kararlılıkla sürüyor” açıklamalarından nasıl döneceklerini yüzlerindeki sıkıntıya yansıtmış.
Hepsinin de ortak noktası olup bitmiş bir işin ardından koşturmak.
Show Haber’de bir kadın konuşuyordu. 70 yaşlarında. Parkta oturuyor. Mikrofonu uzatıp sormuşlar, o da yanıtlıyor: “Belli ki önceden biteceği biliniyormuş. ABD de bunu bildiği için herkesten önce konuşup ‘bitmeli’ demiş ve öne geçmiş. Bizimkiler neden ABD’den önceden konuşmamış?”
Ağzım açık, kadına baka kaldım. İletişimde proaktif olmanın öneminin farkında. Kimler farkında değil? Proaktif olması gerekenler…
TSK’ya tavsiyem Show Haber’de yer alan o kadını bulup iletişim danışmanlığı koltuğuna oturtmaları.
70’lik teyzenin iletişim konferansı, belgesel yapımcısı ve romantik yazar konferansından daha yararlı olmaz mı?
Desek ki askeri okulda şiir gecesi düzenlenecek, Can doğru isim. Desek ki tarihten bir yaprak okunacak Can doğru isim. Hem de o buğulu sesiyle… Doyum olmaz. Ama askerin iletişimine gelince… Durmak lazım.
Hep TSK’nın iletişimi iyi yönetilmiyor diyoruz. Deniz’de, Hava’da, gencecik subaylara da, deneyimli komutanlara da “iletişim ve medya” konferansını veren Can Dündar olunca, TSK’nın her şey olup bittikten sonra yaptığı açıklamayı da anlamak gerekiyor.
Ne de olsa Can’ın uzmanlığı bu dünyadan göçüp gidenlerin, olup bitenlerin ardından belgesel yapmak değil mi?

OPERASYON FOTOĞRAFLARI
Fotoğraf, iletişimde tıpkı yazı gibi bir metindir. İletişim simgelerinden oluşan bir metin.. Görüntünün altın çağında “gerçek” algılamasının ve imaj oluşumunun en değerli iletişim metni fotoğraftır.
Operasyon süresince TSK’nın fotoğraf desteği çok başarılıydı. Netlikler, çerçevelemeler, ışık kullanımı vs…
Her bir kare usta fotoğrafçıların ellerinden çıkmış gibiydi…
Bu başarılı uygulamanın nedeni ise ünlü fotoğraf makinesi markası Nikon’un uzmanlarının Genelkurmay Foto Film Merkezi’nde görevli askerlere çekim tekniklerini öğretmesi.
Bundan sonra bu kalitede fotoğraf desteği süreceğini sanıyorsanız, yanılma olasılığınız yüksek.
Tanklar ve Sözcükler kitabımda yazdığım gibi… Fotoğraf çekmeyi öğrenenler eğer askerlik görevini yapıyorlarsa terhis olacaklar. Askerlik mesleğini yapıyorlarsa kuvvetle ihtimal Anadolu’nun bir yerine tayin olacaklar.
Sonra ne olacak? Deneyim ve bilgi birikimi hiç oluşmadan yeni gelenlere her şey yeniden anlatılacak..

AKLIMDA KALAN
THY’nin Şubat 2008 Sky Life Dergisi’nin 66. sayfası: O sayfadaki fotoğrafı görmelisiniz. Güllük Körfezi’nde, Kıyıkışlacık köyünün deniz kıyısında oturan bir Anadolu kadını var fotoğrafta. Anlamı o kadar çarpıcı. “Türban” kavramının “başörtüsü” yerine kullanılmasına inat. Sözcüklerin masum olmadığına inanan biriyim ya. Muhafazakar tv kanallarında çalışanlara “türban” denmeyeceğinin telkin edildiğini de biliyorum ya. “Ne var canım başörtüsü Anadolu kadınının örtüsü işte” diyerek masum Anadolu kadınını kendi oyunlarına çekenlere ağır bir yanıt gibi duruyor o fotoğraf, Skylife sayfa 66’da. Yaşadığı yılların zorluklarını tenine kazımış gibi elleri buruş buruş bir nine. Başında gerçek bir Anadolu kadını yemenisi. Şalvarını dizine kadar çekip oturmuş bir taşın üzerine. O yaşlı ama güçlü bacakları sakınmasız, ortada öylece. “Başörtüsüyle türban arasında ne fark var?” diyerek milleti aptal yerine koyanlara en güzel yanıt gibi. İki kavram arasındaki o fark, denize dalıp gitmiş yaşlı ninenin ortada duran bacaklarıdır. Keşke televizyonlar bu fotoğrafı türban tartışmalarında haber yapabilse…

(Haberturk.com 03.03.2008)