Nuran YILDIZ

Haberturk.com - Arşiv

Sözcüklerden silah yaparken iyi düşünün!

(Bu Cuma size iki uzun yazı. Bugün okuyamazsanız, hafta sonu var.)

Dün bir arkadaşıma kahve içmeye gittim. Çünkü duymaya alıştığım sıcak sesi yerine donuk, mutsuz bir ses vardı telefonun öbür ucunda.
Kapıyı açar açmaz “Sözcüklerden silah yapılabilir diyen sen değil miydin?” dedi, Haklıymışsın.” Ağlamıyordu ama ağlasa daha iyiydi.
Haftalar önce “Beş sözcüğü yan yana getirip dünyanın en keskin bıçağını, en öldürücü silahını yapmak mümkün” diye yazmıştım ya, onu kastediyordu.
Yazdıklarım mı beni takip ediyor, ben mi yazdıklarımı yaşıyorum anlamadım.
“Sen beş sözcük demiştin ama benimki yalnızca iki sözcük. İki sözcük saplandı beynime ve yüreğime.”
Sevgilisi geldi ilk aklıma. “Olur böyle şeyler, sözcüklerin yarası silahların yarasından daha geç iyileşir ama iyileşir, dert etme, sevgilin sonuçta, özür diler, affedersin” dedim.
“Sevgilim mi? Onunla bir sorunum yok. En yakın dostum, o iki sözcüğün sahibi.”
Bildiğim, bir süredir aralarında bir güven sorunu olduğu.
Bizimki sorunu çözmek için gayret ediyordu ama, diğer taraf pek yanaşıyor görünmüyordu. Bizimki son olarak “Yemek yiyelim, özledim sohbetini” mesajı atmış. Açık yürekli, komplekssiz, dostluk için yapamayacağı yok.
Ona göre gurur, küçük insanların büyük sözcüğüdür.
Diğeri yanıt vermiş: “X.. Hanım, kendimi arama yolculuğuna çıkıyorum. Sana zaman ayıramam.” (Mesajdaki X, arkadaşımın adı oluyor.)
Bu, “Kendini arama yolculuğu” bahanesi bana oldum olası inandırıcı gelmemiştir.
“Ben yokum” deme cesareti bulamayanların bahanesi.
Bahane değil de gerçekten kendini arama yolculuğuna çıkacaksan çöllere düşeceksin, o gün ve o an için sana iyi gelen eğlence masalarına değil.
Kendini arama yolculuğuna çıkacaksan, elini ayağını dünyevi işlerden çekip kendini dinleyeceksin, etrafındaki kuru kalabalığın geyik muhabbetlerini değil.
Ben de sandım ki, bizimki bu “kendini arama” bahanesine incinmiş. “Boş ver, burnu biraz daha kanayıp, dizleri biraz daha berelenip gelecektir. Dostluk, sıcak çorbanın dumanının sürekli tüttüğü bir sofradır. Sende olup başkalarında olmayanlara acıkınca, sofranda yer isteyecektir. Daha önce de öyle olmadı mı? Daha önce de siz bu dostluğu sınamadınız mı?” dedim.
“Kendini aradığı falan yok, gittiği yolda sana yer yok, hepsi bu” diyemedim.
Arkadaşım bambaşka bir şeyden yaralanmış meğer, ben atlamışım. “Kendini arasın ya da aramasın ben onda değilim” dedi, “Bana ‘X Hanım’ dedi ya, yaralanmam ondan. Bunca yıla, bunca iyi gün kötü gün paylaşımına, sımsıcak sarılmalara, kopkoyu dostluğa, kimselerde bulamadığımız canımızdan daha içerde bir yakınlığa bu mesafeyi kondurabildi ya… Kendisini arasa ne olur, bulsa ne olur?”
Onca yıllık dostluktan sonra adınızın sonuna “Hanım”, “Bey” ekleyerek size hitap eden bir can dostunuzu düşünün. Bu iki sözcüğün aranıza çizdiği mesafe aşılabilir bir mesafe midir?
Sevgili okur, siz siz olun sevdiklerinize ya da bir zamanlar sevmiş olduklarınıza sözcüklerinizi kullanırken özenli olun, lütfen. Dünyanızı olumlu sözcüklerle döşemeyi deneyin.
Onlar yaşantımızdaki en çok sandığımız en azlarımızdır…
Aklınıza her gelen sözcük, kınında bekleyen bir kılıç da olabilir, kılıfında duran bir silah da.
Ve öyle bir yara açar ki yürekte, beyinde, sırtta…
Kanamadan ölür karşınızdaki ama, siz bir damla kan görmezsiniz…

NEDİR BU İMAJIMDAN ÇEKTİĞİM?

“Sevgili Hıncal Uluç, sizi öpüyorum” diye yazdım ya, koptu kıyamet. Ne büyük günah işlemişim meğer.
Kıyameti koparanlar iki gruba ayrılıyor.
Fena olan, beni kahreden, sayıca daha fazla olan ilk grubun düşünceleri. Efendim ben nasıl olur da, Hıncal Uluç’a sevgilerimi belirtirmişim?
Ona olan sevgisizlikleri bana yansıyor derken, meğer durum öyle değilmiş. Anladım. Meğer ben kimseye sevgi ve beğenimi sunamazmışım. Birini sevmem, bir de bunu ulu orta dillendirmem benim imajıma tersmiş!
Neymiş benim imajım? Mesafeliymişim. Eleştirelmişim vs.
Bunlardan dem vuran son kişiye attığım çığlığı hayal bile edemezsiniz. “Sen asıl kendi kocana bak, o kocacığına da söyle: Paris Hilton’lu güzellik yarışmasına giderken kendi profesörlük imajını falan düşündüğü yok!” dedim.
Sizin anlayacağınız meğer benim mesafeli imajım çığırından çıkmış. Beğenilerimi, yazacaklarımı yönetmeye başlamış.
İnsanın arabeske sığınıp “Ben de sıradan bir kulunum Allahım” türküsünü, pardon şarkısını çığırası geliyor.
Ya ikinci gruba ne demeli?
Yazdıklarım “Hıncal’ın gözüne girme çabası” mıymış? Hiç ciddiye almadım. ‘Hakkımda fikri olmayanlar’ deyip geçmeliydim, tahmin edersiniz ki geçemedim.
Başkalarıyla ilgili saptamada bulunanlar eğer o alanda uzmanlığa ve söz söyleme yeterliliğine sahip değillerse kendi deneyimlerinden yola çıkarlar.
Mesela bir yazarı devamlı okumanız gerekmez ancak, en fazla 2-3 yazısını okuyunca onun karakteriyle ilgili ipuçlarına ulaşabilirsiniz. Neyi yapıp neyi yapamayacağını az çok tahmin edersiniz. Hani o kadar mı dar bir alandan bakılır okuduğuklarına, işte insan buna üzülüyor.
Ya da “göze girme” çabasının bir çıkara karşılık gelmesi gerekmez mi? Hıncal Uluç bir mevki ya da paye dağıtıyor da, benim mi haberim yok? Ya da ben nasıl bir medet ummuş olabilirim?
Hadi diyelim Hıncal Uluç alınmasın ama, girmek istediğim göz George Clooney’nin olsa biraz anlayabilirim. Bir adamı beğenince, mantık arka kapıdan çıkabiliyor.
Hepsi bir yana, bir kadın olarak bir adamın gözüne girmek ise mesele, yalnızca aşık olduğu adamın gözüne girmenin bir anlamı olabilir. O da bana uymaz. Çünkü bir iletişimci olarak göze girmeye çalışmanın gözden düşmeye hizmet ettiğini bilirim.
Ya da yine bir iletişimci olarak “göze girme” derdim olsa dahi bunu Türkiye’nin gözleri önünde yapmamayı sanırım akıl edebilirim.
Yani beni göze girme eylemi içinde düşünen ey okur, biraz rahat olmak lazım.

AKLIMDA KALAN

“Bulunduğunuz pozisyondan bir adım geri!” komutu: 7 sivil toplum örgütü Hükümet'e ve muhalefete “bulundukları pozisyondan bir adım geriye gitmelerini” tavsiye etmiş. Nereden nereye... “İlk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!!” komutundan “Hadi geri basın, geri!” komutuna. Bir de bu komutun sahibi, yeni parti sinyalleri veren TOBB Başkanı olunca of ki ne of...

NOT: Bu yazıyı yazmam ve göndermemde ek katkı ve çabaları için Sheraton-İstanbul Otel’e teşekkür ederim.

(Haberturk.com 28.03.2008)