Nuran YILDIZ

Haberturk.com - Arşiv

Kod adı: "Üst düzey bir siyasetçi"

Tıpkı bir durum komedisi gibi şu “meçhul bakan” haberleri.
Eskiden askeri ya da sivil bürokratlar, gazetecilerle isimleri gizli kalarak konuşurlardı.
Onların kod adı “üst düzey bir yetkili”ydi.
Gazeteci habere “üst düzey bir yetkili” diye başlayınca hem haber inandırıcı olurdu, hem de gazeteci önemli bir mertebeye yükseliverirdi.
Siyasetçiler ise kod adına falan gerek duymazdı. Gazetecilere demeç vermek adeta siyasetçinin şanındandı.
Hatta en popüler mekanlarda gazetecilerle kalabalık görüntüler verip kendi kişiliklerinin altını çizerlerdi.
Partide, Meclis’te, Hükümet'te, gizlide ne konuşulursa ertesi gün gazetecilerin önündeydi.
Zaman değişti.
Şimdi “üst düzey bir yetkili” kodlamasının pek cazibesi kalmadı.
TSK’da, en son üst düzey bir yetkili konusu açık edildiğinden beri askeri bürokrasi bu konuda daha dikkatli.
Sivil bürokrasi zaten gölgesinden korkar vaziyette.
Zaman çoook değişti.
Siyasetçi bürokrattan beter oldu. Bakanlar tedirgin. Gölgelerinden korkmaları bir yana kendileri Başbakan'ın gölgesi oldular.
Ağızlarını bıçak açmıyor. Başbakan “Aa de bakayım” demeden ağzını açan yok neredeyse.
Gazetecilerle karşılaşınca fıkra anlatarak savuşturmak için fıkra ezberlemekle geçiyor zamanları.
Öyle olunca da, haber en zor bulunan şey oluyor Ankara’da.
Gazetecilik can falan çekişmiyor. Musalla taşına yatmış bekliyor. Arada bir “meçhul bir bakan” bir şey fısıldayınca ortalık karışıyor.
Bakıyorsunuz “meçhul bakan”ın fısıldadıklarına. Bir şey yok.
Bilinenin ilanı.
Günlerdir “meçhul bakan” haberinin enini boyunu, sağını solunu didikliyorum. Adamın söylediği kayda değer bir sözcük bulamıyorum.
“Acaba ben ne atlıyorum?” diye dönüp dönüp “meçhul bakan”ın fısıldadıklarına bakıyorum. Bir şey yok.
Meçhul olmayanlar, daha cesurunu her gün söylüyor zaten.
Başbakan dışında kimse ağız açıp yaprak kıpırdatamayınca hafifçe üfleyen, fırtına koparıyor anlayacağınız.

ÇOK TANIDIK BİR ÖYKÜ…

Chance, yaşlı bir adamın büyük evinin bahçesine bakan bir bahçıvandır. Gündüz bahçeyle ilgilenir, gece de evin alt katındaki bir odada uyur.
Bütün hayatı o bahçedir. Orada doğup, orada büyümüştür. Ona göre bitkiler insanlar gibidir; yaşamak, hastalıklarını yenmek ve huzur içinde ölmek için bakıma ihtiyaçları vardır.
Bir gün yaşlı adam ölür ve mirasının sahipleri, Chance’i kapının önüne koyar. Kapının önü o güne kadar hiç yaşamadığı, bilmediği duvarın öbür yanındaki dünyadır.
Chance ne yapacağını, nereye gideceğini bilemez. Oradan oraya yürümeye başlar. Gidecek ne yeri, ne de kimsesi vardır.
Yürürken geri geri gelen bir araba ona vurur. Acıyla yere düşer. Arabadan inen genç kadın büyük bir üzüntüyle Chance’i arabasına bindirir ve evine götürür.
Hakkında hiçbir şey bilmediği adamı tedavi ettirir. Suçluluk duygusuyla evinde misafir eder.
Genç kadının, ABD’nin önemli bir finansman kuruluşunun yöneticisi olan kocasıyla birlikte yaşadıkları ev, büyük bir malikanedir.
ABD Başkanı'nın dostu da olan ev sahibi hastadır. Başkan, arkadaşını ziyaret ettiği sırada Bahçıvan Chance ile tanışır. O sırada Amerikan ekonomisi krizdedir. Ve Başkan Chance’e ekonominin kötü gidişiyle ilgili fikrini sorar.
Chance’in sorulan konuda hiç fikri yoktur ve en iyi bildiği şeyden söz eder:
“Bir bahçede bitkilerin filizlendiği bir mevsim vardır. İlkbahar ve yaz vardır ama sonbaharla kış da vardır. Ardından ilkbaharla yaz geri gelir. Kökler koparılmadığı sürece her şey yolundadır.”
Başkan bu cevabı ekonomiyi açıklamak için müthiş bir benzetme sanır ve öğleden sonraki önemli bir konuşmasında Chance’e atıf yaparak aynı sözleri tekrarlar.
O andan itibaren medya, bahçe dışında hiçbir fikri olmayan Chance’i önemli bir mali danışman sanarak peşine düşer.
Televizyon programlarına davet edilir.
Alkışlar arasında stüdyoya girer. Sunucu sorar: “Başkan bugün ülke ekonomisini bir bahçeyle karşılaştırdı. Bir düşüş döneminden sonra doğal olarak bir yükselme dönemi geleceğini savundu…”
Chance sözü alır “Bahçeyi iyi bilirim” der, “ budanması ve gereken zamanlarda sulanması şartıyla yeşillikleri ve çiçekleri gibi ağaçları da sağlıklıdır. Bahçe çok bakım ister. Bahçede bulunan her şey zamanı gelince güçlenecektir.”
Stüdyo alkıştan inler.
Artık bütün televizyonlar, gazeteler ve dergilerde Chance vardır. Ve hep bahçeyle ilgili bildiklerini tekrarlar durur. Kimse ne dediğini anlamaz. Söylediklerinden ekonomik kriz bağlamında anlam çıkarmaya çalışırlar.
Anlayamadıkça da, onu daha derin biri sanıp, anlamadıklarını belli etmezler.
Bir anda bütün medya ve herkes etrafındadır. Popülerdir. Toplantılara davet edilir. Şerefine partiler verilir.
Her ortamda ve sorulan her soruya bahçesiyle ilgili şeylerle karşılık verir Chance.
Halkın ve medyanın gündemine yerleşen Chance hakkında Başkan araştırma yaptırır. Amerikan istihbaratı hakkında hiçbir şey bulamaz. Hiçbir iz yoktur. Yabancı bir milletin ajanı olduğundan bile kuşkulanılır.
Sonuçta ona gösterilen ilgi nedeniyle, bahçıvanlık dışında hiçbir niteliği olmayan Chance’in başkan adaylığı bile konuşulmaya başlar hale gelir…
Bu öykü Jerzy Kosinski’nin “Bir Yerde (Being There)” kitabının konusunu oluşturuyor.
Kosinski kitabında medyanın, toplumun ve politikanın acımasız bir eleştirisini yapıyor.
Ve bu çarpıcı öyküden iç içe o kadar çok sonuç çıkıyor ki…
Politika yapmak için üstün nitelikler gerekmediği sonucu…
Medyanın boş bir tenekeyi bile ünlü ve popüler yapma gücü olduğu sonucu…
Toplum inanmak isteyince, inandırmak için çok şey gerekmediği sonucu…
Simgesel söylemin gücünün sürdüğü sonucu…
Ama en çok da karamsar günlerde, umut vaat eden her sözün ardından gidilebileceği sonucu…

AKLIMDA KALAN
Arkadaşımın oğluna vermek istediği öğüt: Dün bir arkadaşım en çok beklediği terfinin, kendisine değil de o şirkete kendisinden çok sonra gelen birine verildiğini öğrendi. Oysa eğitimi, deneyimi, çabası terfiyi onun almasını gerektiriyordu. “Onu tercih etmelerinin nedeni ne?” diye sordum. Sustu, yanıt vermedi. Sonra “Mustafa Kemal’in tek askeri ben değilim ya, vazgeçtim direnmekten” dedi, “Bu akşam oğlumu karşıma alıp hayatının ilk önemli baba öğüdünü vereceğim.” Oğlu henüz 7 yaşında. “Ne diyeceksin ona?” dedim. “Diyeceğim ki; oğlum bak, bu ülkede bir halt olmayı planlıyorsan ya mason olacaksın ya da tarikat mensubu.” Sustum ama dünden beri, bir babanın bir oğula kişisel niteliklerinin dışındaki bağlantılardan medet ummasını söylediği bir ülkede yaşadığım hissini, aklımdan çıkaramadım.

(Haberturk.com 02.05.2008)