Nuran YILDIZ

Haberturk.com - Arşiv

Başbakan'ın açlık kan şekerinden kime ne?

Başbakan'ın kan sonuçlarının izinsiz yayınlanmasıyla, muayene odalarına gizli kamera koyma arasında bir fark görebiliyor musunuz?
Ben göremiyorum.
Daha geçenlerde Genelkurmay İkinci Başkanı’nın sağlık bilgilerini içeren belge ortalıkta dolaşıyordu.
Dün Başbakan Erdoğan’ın kan sonuçlarıydı manşette olan.
Röntgencilik sonunda damarlarımıza bile girdi.
Tamam onlar önemli kişiler diye özel yaşamları olamaz. İyi de bir insanın kan tahlilini izinsiz yayınlamak kişi haklarını ihlal değil de nedir?
Tanıdığım biri var. Lösemi. Hastalığını üç kişi biliyor: Kendisi, eşi ve ben. Çünkü kimse bilsin istemiyor. Bilirlerse ölmeden ölmüş gibi davranacaklarını ve bu durumun yaratacağı moralsizliğin de iyileşme ihtimalini azaltacağını düşünüyor.
Bu onun hakkı.
Kan sonuçlarını gizlemek Başbakan'ın da hakkı.
Diyelim ki sağlık verilerinde hasta olduğu görülüyor. Hastalık görevini yapmaya engel mi?
Görevini yapmaya engel olacak tek şey, karar verebilme yetilerinin zarar görmesi halidir. Öyle olduğu için de çağdaş bir ülkede hasta ve özürlülerin işlerini yapabilmeleri için tüm olanaklar seferber edilir.
Bizim gibi ülkelerde ise geçmişte Başbakan Ecevit’in merdivenlerde ayağının takılması üzerine, “ülke yönetemez” diyerek medyada linç başlatılmamış mıydı?
Başbakan karikatürleri mahkemeye vereceğine sağlık bilgilerini yayınlayanları mahkemeye verse daha anlamlı bir iş yapmış olmaz mı?
Basın meslek kuruluşları ne iş yapar? Bir bilen var mı?

MİLLİ TAKIMI ŞEHİRDE GEZDİRMEK KİMİN FİKRİYDİ?

Cengiz Semercioğlu beni pek sevmez. Bir nedeni olduğunu sanmam, olsa olsa kanka olduğu tüccar iletişim yazarları benden hoşlanmadığı içindir. Mahsuru yok.
Ben de Semercioğlu’nun yazdıklarına düşkün biri değilim.
Ne var ki Cumartesi yazdığı konu önemliydi. Hakkını teslim etmem lazım.
Neden Türk Milli Takımı'nın üstü açık bir otobüste halkı selamladığını soruyordu. Semercioğlu sorusunda haklıydı.
Sorunun yanıtı ise açıktı: Milli Takım sponsorların oyuncağı olmuştu.
Federasyon da öyle.
Kafesteki aslanları arenada gezdirmek gibi bir aşağılama hali yaşandı gözlerimizin önünde.
Futbolcuların isteksizliği yüzlerinden okunuyordu, yazık.
Elbette sponsorların verdiği paralar önemli ancak, paradan daha önemli olan bir kavram var: Onur.
Hem şampiyon olmamış bir takıma bu şaşalı karşılama neden? Nedir bu aşağılık kompleksinin bizi çektiği çukur?
Nedir yenildik ama güzel yenildik abukluğu? Hangi ülkede rastlanıyor bu tuhaf duruma?

KARİZMA MESELESİ

Hafta sonu fazlasıyla tanınmış bir köşe yazarı Fatih Terim’e “Karizmanın yaratılabilir bir şey olmadığını bilse…” diye kendince akıl vermiş.
Bu yazarı keyifle okuyorum.
Okuyup bitirince yazılarından akılda bir şey kalmamasını seviyorum çünkü.
Yük yapmıyor.
Herkesin her şeyi bildiği yanılsaması yaşanırken o da karizmayla ilgili kendince bir bilgiçlik yapıvermiş.
Olabilir.
Ne var ki benim işim de üzerine okuyup yazdığım konularda doğru sanılan yanlışları düzeltmek.
Üzgünüm ülkemin en değerli yazarı, okuduğum kitaplar karizma konusunda senin yazdıklarının tam tersini söylüyor.
Karizma yaratılabilir.
Nasıl yaratılabildiğini ilerde bu konuya dönüp yazarım.
Ama sevgili okur, siz de kim bu köşe yazarı diye sorup durmayın lütfen. O kendisini bilir. Çünkü bu köşenin en devamlı okurlarından biridir kendisi.

SEVAN NİŞANYAN DİYE BİRİ…

Sevinçliyim ki konu siyasi değil. Her ne kadar konuyu uzatmaya çalışanlar olaya feminist bir anlam yüklemeye çalışsalar da konunun siyasi tarafı yok.
Siyasi olsaydı eğer, yazdığım her eleştiri “Vay azınlıklara saldırıyor” kalıbına girebilirdi. Durduk yerde kendimi suçlu hissedebilirdim.
Konu insanlıkla ilgili. Medyayla da ilgili bir yandan.
Efendim, Sevan Nişanyan diye biri karısının kafasına b.k dolu bir kavanoz fırlatmış.
Kimin b.ku bilmiyorum. Bir insana mı ait, bir kediye, köpeğe, kuşa mı bilmiyorum.
Atınca kavanozun kapağı açılmış, içindekiler saçılmış mı onu da bilmiyorum.
Medyamızın üzerinde durduğu eylemin kendisi. Medyamız da kendini aşmış demek ki.
Eylemin kendisi kesinlikle insanlık meselesiyle doğrudan ilgili.
Zaten Sevan’ın yazı yazdığı Agos’un Genel Yayın Yönetmeni Etyen Mahçupyan, konunun erkeklikle değil (ki bana göre erkeklikle de ilgili), insanlıkla ilgili olduğunu düşünmüş. Ve Agos’un düsturunun “İnsan olan beri gelsin”den ibaret olduğunu, Sevan’ın yazılarına devam edeceğini de eklemiş.
Mahçupyan, Sevan’ın b.k kavanozunu insanlığa yakıştırmış demek ki. Yoksa koskoca Mahçupyan’a bu tutarsızlığın yakışması mümkün mü?
Medya boyutu ise başka…
Sevan’a verilen medya desteğini bir düşünün.
Medya öyle bir işliyor ki, herkes birden çok değerli ve çok önemli olabiliyor. Bir tür büyü. Medyada sunulan kişinin kim olduğu o kadar da önemli olmuyor.
Sonuçta da gerçek değerler çöpe giderken, yeri çöp olanlar adam muamelesi görüyor.

AKLIMDA KALAN

Kristal Elma Ödülleri’nin davetiyesi: Uzun zamandır taşıdığı fikirle bu kadar hoşuma giden bir davetiye almamıştım. Kristal Elma Ödülleri’nin davetiyesi yaklaşık 10 cm genişliğinde, 63 cm uzunluğunda turuncu bir zarfın içinden çıktı. Zarfta aynı uzunlukta karton baskı bir ok vardı. Kristal Elma’yı en güzel anlatma yolu bir ok olurdu elbette. Fikir basitti ve basit olduğu kadar da çarpıcı. Odama astım, okun ucu beni gösterecek şekilde hem de. Ödül törenine ise katılamadım. Ama televizyonda kaçırmadım. Reklamcılar Derneği’nin genç ve yakışıklı başkanı Cem Topçuoğlu anlamlı bir konuşma yapmış, silinenler ve kazananlar üzerine. Anlamadığım bu önemli yarışmayı, Gürgen Öz gibi bir televizyon figürüne sundurmuş olmalarıydı. Adam bir facia. Medya bu adama rüzgar vermeyi kesse diyorum çünkü bu kayık bir yere gitmez.

(Haberturk.com 30.06.2008)