Nuran YILDIZ

Haberturk.com - Arşiv

Çapkın siyasetçiye öğütler

Son günlerde siyasetçi çapkınlığına dokunan haberler yer aldı medyada. Birisi Bakan Kürşat Tüzmen’in Rus manken Elena Korikova’yla ilişkisi olduğuna dairdi.

Diğeri parti içi muhalefetçe hazırlandığı ve Zeki Sezer’in yasak ilişkileriyle ilgili korsan soru önergesinin Meclis’te dolaştığına dairdi.

Bize düşen, bu iki çapkınlık haberinin de kimseyi ilgilendirmeyeceğini söylemek. Üç kişilik bir öykü sonuçta: Aldatan, aldatılan ve “öteki kadın.”
İki öykü de bizi ilgilendirmez ama çapkınlığın (taa ki avcı-toplayıcı topluluklarda erkeğin tanımlanmış rolüne kadar giden) sosyolojik boyutu bir yana, siyasal iletişimdeki bağlamına değinmeden geçemeyiz.

Bir adam çapkınlık yaparsa siyasi kariyeri tepe taklak gider mi? (Bir kadın için de bu soru tartışılabilir. Ne var ki siyasetimizde kadının yeri kimi Afrika ülkelerinden de geri olduğu için konunun o kısmını bir yana bırakalım.)

Çapkın siyasetçinin başına ne geleceği siyasetçinin ülkesine göre değişir.
İngiltere’de siyasetçinin istifa olasılığı yüksektir. ABD’de de istifa etmesi beklenir. Geçenlerde New York Valisi’nin yapmış olduğu gibi. Her iki ülkede de siyasetçi özür diler, gözleri dolu bir şekilde pişman olduğunu, eşini ve çocuklarını dünyalar kadar sevdiğini söylerse kalpleri biraz yumuşatabilir.
Her iki ülkede de aile toplumun temel kurumu kabul edildiğinden siyasetçinin çapkını üzerinde toplumsal baskı kaçınılmazdır.

Fransa ise bildiğiniz gibi. Sarkozy’nin eski eşinin (çapkınlığın öznesi bir kadın!) kocasını aldatması, eş Cecilia’yı daha az sevilir yapmadı. Bugün bile Fransa halkına “Carla mı, çapkın Cecilia mı?” diye sorsanız yanıtları “Cecilia” olur büyük olasılık.

Fransızların tahammül edemediği tek şey çapkınlığın romantizmden yoksun olması. Aşkın gidip yerini “kuru bir seks”in alması.
Türkiye’ye gelince, çapkın siyasetçi konusunda İngiltere ve ABD’den epey rahat (geniş) olduğumuz söylenebilir.

“Erkektir yapar, yapmazsa kabahat” genel kültürü (!) içinde çapkınlıklarımız dağları aşar ve hatta bu konuda Fransa bizden daha iyi bir yerde durur. Çünkü Fransızlar çapkınlığa “erkeklik meselesi”nden ziyade aşk ve romantizm çerçevesinden bakar.

Bizde ise çapkınlık eylem olarak kendi başına bir değerdir. Ne kadar çiçek döllersen misali, aşk ve romantizmi ara ki bulasın.

Çapkınlık ve siyasi iletişim bağlamında bizim siyasetçilere şu dört öneride bulunmakta yarar görüyorum;

Bir, “çapkınlık yapmayın” demek, kafamı kuma gömmekle aynı şeydir. Realistim, “çapkınlık yapmayın” demem. “Yapın” da demem. Bu konu siz, eşiniz ve “öteki kadın” arasında kendi bileceğiniz iştir.

İki, eğer konu bu üç kişi dışına çıkar da medyaya malzeme olursanız (ne derler; aldatacak kadar aptal olan, yakalanacak kadar salaktır), gazetede fotoğrafınızın yan yana durduğu “öteki kadın”, hemcinslerinizin içten içe “vay be, helal olsun” dedirtecek bir kadın olsun. Tüzmen-Korikova olayında durum budur. Kamer Genç olayındaki gibi işi, çiçek sulama düzeyine indirmeyin derim.
Üç, “öteki kadın” gerçekten sevdiğiniz ve değer verdiğiniz biri değilse o işe girmenizi önermem. Eylem sizin için seksten öte bir anlam ifade etmiyorsa hiç bulaşmayın. Bir gecelik ilişki, parayla seks gibi ucuz durumlar sizi de mutlaka ucuzlatır.

Dört, baktınız ki çapkınlık ortaya döküldü. Sakın inkar etmeye kalkmayın. Ya kabullenin adam gibi. Bakınız Şükrü Sina Gürel olayı. Ya da sessiz kalın. Bakınız Ali Kırca olayı. Kabullenme ve sessizlik badireyi siyasette az hasarla atlatmanızı sağlar, ailenizde başınıza ne gelir bilemem.

Yazdıklarım kadınları kızdıracak farkındayım. Ama kimse benden reel siyaset durumlarına gerçeklikten uzak çözümler sunmamı beklemesin.

SUNA PEKUYSAL’IN ÖLÜMÜNÜN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Suna Pekuysal’ın ölümünü ilk öğrendiğim anda aklımdan siyah beyaz filmleri geçti. Başroldeki kadının iyiliksever, işbirlikçi arkadaşıydı zihnimdeki görüntü...
O filmlerden olsa gerek, zihnimin siyah beyaz alanı renkli alanından daha fazla ve daha canlı.

Sonra 8 yıl öncesine gitti aklım. 2000’de, 40 yıllık eşi Ergun Köknar öldüğünde Suna Pekuysal’ın da çok yaşamayacağını düşünmüştüm. İyi dayandı, 8 yıl...
Uzun evliliklerde eşlerden biri öldüğünde diğerinin bedeninin, ruhunun yarısı da ölüyor çünkü. Bir gözü, bir bacağı, bir koluyla birlikte, ağzının ve yüreğinin tamamı da ölüyor.

Kalanın yaşamla bağı koptu kopacak kadar inceliyor.

Oturduğum binada, girişin üzerinde yaşlı bir çift yaşardı. Ne zaman eve gelsem hava iyiyse balkonda, kötüyse pencerenin önünde otururlardı, birlikte. Arabamı park edip başımı kaldırdığımda bilirdim orada iki çift göz ve iki baş göreceğimi.
Sonra bir gün, geçen baharda, ne balkonda ne de pencerede kimseyi göremedim. Bir terslik vardı. Binanın girişine konan bir çift erkek ayakkabısını görünce… Anladım..

Aradan günler geçti. Kadın ne balkona çıktı, ne de pencereye bir daha. Gecenin bir yarısı eve döndüğümde onu, kapının önünde bir o yana bir bu yana dolaşırken gördüm. Amaçsızca yürüyordu bir o yana, bir bu yana… “İyi akşamlar” dedim, yalnızlığını kırmak için.

Bana baktı uzun uzun. “Eve girmek içimden gelmedi de…” dedi ve öylece uzağa dalıp gitti. Evime girerken ağlıyordum, onun demirden katı yalnızlığına. Dokunulabilecek kadar somut, görünür yalnızlığına ağlıyordum.
Suna Pekuysal’ın öldüğünü öğrenince onun sanata katkısı değil de, yalnızca bir kadının ölümü geldi aklıma. Onun siyah beyaz filmleri gibi siyah beyazdı aklımdan geçenler de…

“FERHAT GÖÇER’İN SEVGİLİSİ ÖMÜR GEDİK” BENİ ŞAŞIRTIYOR

Ömür Gedik magazinli sinema yazılarıyla farklı bir tarz yakalamıştı, farklı ve doğru bir tarz. Kendisini yenilemesi ve bunu da köşesindeki fotoğrafla özetlemesi de zekiceydi bana göre.

Ne var ki Ömür Hanım’ın beni sürekli şaşırtması akıl ve zekası konusunda kafamı karıştırmaya başladı.

İlk şaşkınlığımı Ferhat Göçer’e aşık olduğunda yaşamıştım. Onun gibi bir kadın sırf güzel şarkı söylüyor diye bir adama aşık olabilir miydi? Göçer’e değil de, imajına tutulmuş olmasındı? Neyse ki bu şaşkınlığım “aşk ön kapıdan girince akıl arka kapıdan çıkar” veciz sözüyle geçip gidiverdi. Kadın kısmısının kime, neden aşık olacağında mantık aramanın kendisi mantıksızlık zaten. (Son cümleyi kendime hatırlatmak için yazdım!)

İkincisi, “sinema yazarı Ömür Gedik” imajının “Ferhat Göçer’in sevgilisi Ömür Gedik”e özenle çevrilmesine şaşkınlığımdı. Ömür Hanımın arka kapıdan çıkan aklı eve henüz geri dönmemiş demek ki. Sonra kendinden vazgeçip, sevdiği adam olma durumuna saygı duydum, belki de aşk gerçekten var diyerek.
Ama bu üçüncü şaşkınlığımla artık isyanlardayım!

Birkaç gün önceki yazısında Ömür Gedik "Evet, doğru kadını bulan bir erkek takımına duyduğu aşkı ve sadakati o kadına da gösterir" diye yazmış. Hiçbir açık kapı bırakmamış.

Ömür Gedik’in aşk sarhoşluğunun aklını paralize etmesini anlarım ama yine de kendisine üzülerek anımsatmak isterim “doğru kadın” ve “doğru adam” diye bir şey yoktur. Bu tanımlar aşık olma halinin sanrılarıdır. Bekleyin, ateşiniz düşsün “doğru adam”ın çoraplarının koktuğunu, burnunun aktığını fark edeceksiniz!

GALATASARAY’IN SKİPPE’Sİ…

ODTÜ Mezunlarının Galatasaraylı olanları Mezunlar Derneği lokalinin bulunduğu Vişnelik’te “Vişnelik Arslanları” adında bir grup kurmuşlar. Galatasaray maçlarını burada toplanıp birlikte seyrediyorlar.

Geçenlerde içlerinden birisi Biz burada maç seyrederken bir Fenerli gelir de sataşırsa ona ne diyeceğimiz belli” diyor. Diğerleri meraklı gözlerle bakıp soruyorlar “Ne diyecekmişiz?” “Ne diyeceğiz tabii ki Skippe!”

AKLIMDA KALAN

“Olaylar ve Gerçekler” programında Fatih Altaylı’nın bir sözü: Her çarşamba akşamı Habertürk’te yayınlanan Fatih Altaylı-Sevilay Yükselir’in “Olaylar ve Gerçekler” programının tiryakisiyim. Benim gibi çok insan var. Ertesi gün herkes birbirine programı özetliyor. Medyanın mevcut akmaz, kokmaz, bulaşmaz (ya da Hükümet yalakalığı kriteri çerçevesinde akar, kokar, bulaşır) ortamında “Olaylar ve Gerçekler” cesur tarzıyla öyle bir sarsıyor ki izleyenler iyi biliyor. Geçen programda Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu’nun görevinden alınmasıyla ilgili programdaki analizler önemliydi. Fatih Altaylı bunun AB’ye ödenen bir diyet olabileceğini söyledi. Sonra da ekledi: “AB’ye girilmesini elbette ben de istiyorum. Ama bu tavizlerle AB’ye girmeye kalkarsanız, AB’ye girmiş olmazsınız, AB size girmiş olur.” Altaylı’nın bu üslubunu desteklediğim için bana kızanlar olacak ama iletişim yönetiminde hedef kitlenin anlayacağı üslubu seçmek önemlidir. Fatih Altaylı da bunu yapıyor, kuramsal, bilimsel tavır ve sözlerle söylendiğinde bir türlü anlamak istemeyenlere anlayacakları dilden, doğrudan söylüyor.

SEVGİLİ OKURA NOT: Bugün epeyce uzun yazdım çünkü, kısa bir süre tatil yapabilmek için kısa bir süre yazılarıma ara veriyorum. Görüşmek üzere…

(Haberturk.com 25.07.2008)