Nuran YILDIZ

Haberturk.com - Arşiv

Türkiye, Fenerbahçe karşısındaki Galatasaray gibi

Başbakan Erdoğan’ın “Silvio”su Berlusconi dün İzmir’deydi. Güzel olan Berlusconi’nin, Erdoğan’ı ensesinden kavrayıp çekip öpecek kadar kendine yakın bulması.
Kötü olan ise benim ikisi arasındaki bu el-ense durumunu ciddiyetten uzak buluşum. İş söz konusuysa iki beden arasında mutlaka mesafe olacak.
Geçen hafta Roma’daydım. “Açık hava müzesi Roma” üzerine günlerce yazabilirdim. Ama bir arkadaşım “sen de 2 gün gidip 2 ay yazanlardan mı olacaksın?” dediği an hevesim kaçıverdi. Günlerce yazabilirdim halbuki..Yazabilirim de halâ.
Roma’da düzenlenen İtalyan-Türk Formu’nda, AB’nin Türkiye Raporunu yayınladığı gün, İtalya Senatosu Başkan Yardımcısı Emma Bonino önemli bir konuşma yapmıştı.
Berlusconi, Başbakanı öperken aklıma o konuşma geldi.
Türkiye’nin dostlarından olan Bonino’nun konuşmasında “gelişmekte olan ülkeler” kavramı üzerine bir saptama vardı. Bonino’ya göre “gelişmekte olan ülkeler” kavramının kullanılması, Türkiye’ye karşı statükocu bir tavrın ifadesiydi çünkü, Türkiye gelişmiş bir ülkeydi.
Bonino’nun söyledikleri Türkiye’nin uluslararası ilişkilerde sergilediği ezik, kompleksli ruh haline hiç uymuyor. Çünkü Türkiye, AB karşısında Fenerbahçe karşısına çıkmış Galatasaray ruh haline bürünüyor. Baştan yenik ruh halidir bu. (Üstelik bu cümleleri kendince iyi bir Galatasaraylının yazması kötü.)
Bonino’nun altını çizdiği “Türkiye gelişmekte olan ülkeler arasından çıkıp gelişmiş ülkeler arasına girdi” saptaması da, “Avrupa Türkiye’ye bakışını değiştirmeli ve artık olgunlaşmalı” saptaması da Türkiye’nin önce kendisini inandırması gereken durumların ifadesi.
Yalnızca bu nedenlerle bile Nursuna Memecan’ın müzakereci olmasının kabul edilmemesi gerekir. Karikatürist bir kocanın elleri üzerinde yükselen birinin ezik ve kompleksli olma ihtimali yok mudur? Ve böyle birinin Türkiye’yi itiraz ettiğim ruh halinden çıkarma olasılığı var mıdır?
Hoş, Ali Babacan’dan sonra bu ülkedeki hemen herkeste baş müzakereci olabileceği hissi doğmuştur o ayrı.
AB sürecini yönetmek konusunda, İtalya’nın Türkiye’ye güvendiği kadar Türkiye de kendisine güvenmeli ve kompleksiz bir duruş sergilemeli.
Berlusconi “Türkiye’nin avukatıyım” demiş ya, aslında Türkiye kendisine hak ettiği değeri verse, Fener karşısındaki GS ruh halinden kurtulsa, avukata o kadar da ihtiyacı kalmayacak.

YİNE GELDİK AKREDİTASYON KONUSUNA
Bizim medyanın eskimez konularından biri TSK’nın uyguladığı akreditasyon uygulamasıdır. Sürekli olarak bu konuyu gündeme taşıyıp dururlar. Ben de bu ısrarda asıl meselenin kamuoyunu bilgilendirmek değil, TSK’yı eleştirmek olduğunu düşünürüm. İşin özeti üzüm yemek değil, bağcıyı dövmektir yani.
Birkaç ay önce aynı konu gündeme geldiğinde şöyle yazmışım:
“Medyamız doğruyu yamultmakta usta olduğundan sanki akreditasyon uygulaması bir TSK’da var gibi sunuyor. Oysa akreditasyon (kabul etme) her ülkede ve ciddiyet düzeyine göre her kurumda işleyen bir durum.”
Evvelki gün Başbakanlık 7 gazetecinin akreditasyonunu iptal etti. İçlerinden birini iyi tanırım. İşini iyi yapan, AKP’yi çok iyi tanıyan gazeteci Turan Yılmaz. Turan’ın AKP ile ilişkileri çok eski. Başbakan Erdoğan hakkında yazılmış en iyi kitap sayılabilecek “Tayyip”i yazan adam birden bire akreditasyon dışı.
Karar belli ki keyfi. Gerekçesi hem belli değil (tahminler var) hem kişisel.
Bunları neden mi yazdım? TSK’nın akreditasyon uygulamasını kalemine dolayan, “kamunun bilgi edinme hakkı”ndan bahseden güya liberal yazarlarımızdan biri de çıkıp Başbakanlık’ın bu son uygulaması hakkında bir cümle yazsa ya.
Sonra da tutup özgürlükten, eşitlikten dem vuruyorlar. Özgürlük ve eşitlik en çok onları savunur görünenler tarafından zarar görmüyor mu, canım sıkılıyor.

AKLIMDA KALAN
Abdüllatif Şener’in saptaması: Şener’e sormuş muhabir “Dengir Mir Mehmet Fırat size geçmişte ‘mezar kazıcısı” demişti. Şimdi siz Fırat’ın istifası için ne diyeceksiniz?” Şener yanıt vermiş: “Hayatta hep bir şeyleri isterseniz, hep bir şeylerin ardından koşarsanız, hep bir yerlere, bir şeylere sahip olmak, onlara sarılmak isterseniz o peşinden koştuğunuz şeyler hiç bitmez, onlara hiç kavuşamazsınız.” Bu söylem hırsı olmayan, doymuş, yaşamış, görmüş, beklentisiz bir adamın söylemi. Yaşamı kavramış, imbikten geçirmiş birinin ağzından çıkacak sözler. Onun için de çok güzel. Onun için de Şener tam parti kurma çalışmaları içindeyken bu nasıl bir çelişki bekleyip görmeli.

(Haberturk.com 13.11.2008)